Takvim
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam6
Toplam Ziyaret90424

GELENEK VE GÖRENEKLER

FOLKLOR(Halkbilim)

İnsanlığın mağaradan konuta, çıplaklıktan örtünmeye, odun ateşinden elektriğe geçmesi, yazıyı ve elektriği icat ederek günümüze gelmesi milyonlarca yıl alan bir evrimin sonucu olmuştur. Bu süreci araştıran ve inceleyen bilim dallarından biride folklordur.

Bir ansiklopedide folklorun tanımı şöyle yapılmış:

“Folklor: Teknolojik açıdan gelişmiş, okuryazar toplumlarda geleneklere dayanan ve sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarılan edebiyatı, maddi kültürü ve alt kültür öğelerini inceleyen bilim dalı. Yazılı kültürün henüz gelişmediği toplumlarda benzer incelemeler, etnoloji ve antropolojinin araştırma alanına girer. Halk bilim çalışmaları 19. yy başlarında ortaya çıktı. Bu çalışmalar arasında büyük bir belge ve bilgi birikimi oluştu. Türkiye’de cumhuriyetten sonra yaygınlaşan folklor sözcüğünün son yıllarda halk müziği ile halk oyunları için kullanılmaya başlaması bilim adamlarının halk bilim sözcüğünü yeğlemesine yol açtı.”

Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek ise Halkbilimi şöyle tanımlıyor:

“Halkbilim, bir ülke ya da bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel ürünleri konu edinen , bunları kendine özgü  derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan ve son aşama da bir bireşime vardırmayı amaçlayan bir bilimdir.”

Halkbilim konusunda bu genel açıklamalardan sonra, Nallıhan folkloru hakkında da şunları söyleyebiliriz. Tarih öncesi çağlardan günümüze gelinceye değin bir çok uygarlığın izler bıraktığı Nallıhan’da genel yaşam biçimi Orta Anadolu yöresinin ortak özelliklerini taşır. Ticaret ve el sanatlarına oranla tarımsal üretimin önemli yer tuttuğu ekonomik yaşam, ilçemiz geleneksel kültürünün hem belirleyicisi, hem de bu kültürün korunmasına neden olmuştur. Yüzyılımızın  başlarına kadar hemen hemen hiç değişmeyen bu kültür değerleri, Cumhuriyet Dönemi’nde yaşayan büyük toplumsal yeniliklerle köklü değişikliklere uğramıştır. 1950’lerden sonra başlayan hızlı kentleşme süreciyle de bu değişim giderek hızlanmış, iletişim ve ulaşımın da kolaylaşmasıyla bu değişim daha da artmıştır.

İlçemiz yaşamında ilk hızlı değişim Sarıyar barajını  yapımıyla başladı diyebiliriz. Bunu eğitimin yaygınlaşması izledi. İletişimin ve ulaşımın kolaylaşması, birde köyden kente yaşanan göçle bu süreç daha da hızlandı. Dışarıdan yurt içine, sonra da yurt dışına olan göçlerle gelen değişimde buna eklendi. 1952 yılında Bulgaristan’dan gelip Ayman köyüne yerleşen göçmenler, o güne kadar sebze ve meyve yetiştirilmeyen  bu köyde sebze ve meyve yetiştirerek yöreye yenilik getirmişlerdir. Yurt dışına giden işçilerimizde giyim kuşamdan beslenme alışkanlıklarına kadar bir dizi yenilikle karşılaşmışlar. Yurda gelip gidişlerinde bunları yörelerine taşımışlardır.

İletişimin ve ulaşımın kolaylaşmasıyla kimi besin maddeleri, daha önce ev ekonomisinin dar olanakları içinde üretilirken pazardan alınır olmuştur. Ayrıca geleneksel giyim – kuşam yerini, modern kent giyim – kuşamına bırakmıştır. Bu değişime kadınlardan önce erkekler uymuştur. Dinsel yaşamda genelde boş inanç değeri taşıyan düşünce ve davranışlarda değişmeler olmuştur.

Folklor sadece, bir yörenin oyunları ve ezgileri değildir. Gelenekler, görenekler, inançlar, törenler, oyunlar, masallar, bilmeceler, halk hekimleri, el sanatları, konut yapımı gibi doğumdan ölüme, giyim kuşamdan beslenmeye, el sanatlarından konut yapımına, evlenmeden batıl inançlara kadar geniş bir alanı kapsar. Folklor konusunda bu bilgilerden sonra, halkın geleneksel kültürü içinde önemli bir yer tutan, üç önemli geçiş döneminden başlayarak ilçemiz folklorunu ele alabiliriz. Bilindiği gibi bu üç geçiş dönemi;doğum, evlenme ve ölümdür.                

DOĞUM

Doğumu köylerde yaşlı kadınlar yaptırır. İlçe merkezinde ve ebesi olan köylerde ebe çağırılır. Doğum olunca ilk emzirmeden önce  ailenin bir yakını bebeği kucağına alır, ezan okur.bebek tatlı dilli olsun diye ağzına bal sürer ve bebeğin adını koyar. Bebek bu işlemden sonra annesini ilk kez emmeye hazırdır. Düşen göbek bağı, dindar olması için cami duvarına gömülür. Doğumdan sonraki kırk gün, kadın kocasından ayrı yatar. Kırkıncı gün gelin ve çocuk kırklanır.

Kırklanma şöyle olur: Doğumdan kırk gün sonra bir kazandaki sıcak suya tepesi açılan yumurtayla kırk sefer su konur. Ardından gümüş bir yüzük kırk kez kazana sokup çıkarılır. Bebek ve anası bu suyla yıkanır. Kalan suyla da evdeki bütün kirli çamaşırlar yıkanır.buna kırklanma denir.

Kırklanmayla ilgili bazı inanışlar

-Kırk bastı: kırklı kadınlar bir araya gelmezler, aksi halde sonradan gelen kadının ilkine kırkı basar. Kırk basınca bebek büyüyemez. Kırkından sonra gelişmeyen çocuk kırk bastı düşüncesiyle, akarsu kenarına götürülür. Kara tavuk kalbur altına konur, üstüne çarşaf serilir, bebek orada yıkanır. Böyle yaptığında kırk basmadan kurtulacağına inanılır.    

-Bebeğin kırkı çıkmadan çatıya çıkılmaz.

-Bebeğin kırkı çıkmadan değirmenden un getirilmez.

-Kırkları çıkmadan iki akraba gelin görüşmek zorunda kalırlarsa, bebekleri kırk basmaması için yazmalarını değiştirirler, birbirlerinin ellerini öperler.

Huy kesme: 1960’lardan önce, huysuz çocuğun uslanması için ayın ilk Çarşamba’sı bir dört yol ağzına gidilir, ters kapatılan ekmek teknesi içine 3-4 yaşlarındaki çocuk yatırılır, tekne üstüne koyulan bazlama baltayla kesilirdi. Böylece çocuğun uslanacağı düşünülürdü. Bu işlem yapılırken iki kişi arasında şu konuşmalar geçerdi.

-Ne kesen

-Huy keserim

-kes gitsin.

Eskiden bebekler bir yaşına gelene kadar elleri ve kolları bağlanarak kundaklanırdı. Bir yaşından sonra da salıncakta ya da beşikte uyutulurken yine elleri kolları bağlanırdı. Ona ninniler söylenirdi.

Ninnilerle beleyim                                     “Ninni desem hoş mu gelir

Al bağırdaklarla dolayım                            Uyku sana güç mü gelir

Sana haktan dileğim                                  Gözlerinden yaş mı gelir

Ninni yavrum ninni.                                    Ninni yavrum ninni

Uzun kavak boyun olsun                           Çamdan beşik oydurayım

Sümbül söğüt dalın olsun                          İçine güller doldurayım

Akan sular ömrün olsun                             uyumazsan kaldırayım

Ninni yavrum ninni                                     ninni  yavrum ninni”

 

AD KOYMA

Tüm Anadolu’da olduğu gibi ilçemizde de yeni doğan bebeklere 1970’lere kadar ölmüş ya da ihtiyar aile büyüklerinin adları verilirdi. Çocuk erkekse erkek tarafının birinin, babası doğmadan ölmüşse babasının adı verilirdi. Kız ise yine önce baba tarafının, sonrasında yine kız olursa anne tarafının adları verilirdi. Oysa son yıllarda eski adlar neredeyse hiç konmamakta. Örneğin; Ali,  Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Veli, Mustafa, Bekir, Recep, Ayşe Fatma, Feride, Hatice, Kezban, Sultan gibi adlar çocuklara isim olarak verilmemekte, daha çok Türkçe adlar konmaktadır.

 

SÜNNET DÜĞÜNÜ

İlçede dini inancın gereği erkek çocuklar genellikle 5-10 yaş arası sünnet ettirilirler. Eskiden kasabadaki berberlerden biri aynı zamanda sünnetçilik yapardı. Okulların kapanıp, havaların ısındığı yaz başlangıcında çantasını alır köylere çıkardı. Bir duvar dibi  yada bir ağacın gölgesinde,kaçamayıp yakalanan çocukları sünnet ederdi. Çocuğun iyileşmesi bir hafta on gün sürerdi.

Günümüzde sünnet düğünleri hafta sonları yapılmaktadır. Sünnet ya sazlı sözlü ya da mevlütlü olmaktaydı. Sünnet olacak çocuğun odası bir gün önceden süslenirdi. Sünnet olacağı gün araba konvoyuyla gezdirilir. Sünnet olup yatakta yatan çocuğa geçmiş olsuna gelenler ya hediye ya da altın takarlardı.

 

EVLENME

Evlenme de ilçe genelindeki köylerde gelenek ve göreneklerin büyük ölçüde benzerlik göstereceğini düşünsekte ayrıntılarda farklılıklar olduğunu görüyoruz.evlenmeyle ilgili olarak Nallıdere, Eymir ve Beydili köyleriyle ilçe merkezindeki düğün gelenek ve göreneklerini okuyacaksınız.

Nallıdere Köyü’nde düğün:

Burada, Nallıdere Köyü’nde 1970’lerin başına kadar olan uygulamalar yer alacak. Çünkü 1970’lerden sonra her şey çok değişti. Örneğin; elektriğin köye gelmesiyle artık düğün odununa gidilmiyor,  düğün ateşi yanmıyor. Değirmen olmadığından düğün tal çıkartılmıyor. Gelin ata binmiyor, köçekler oynamıyor.

1970’li yılların başına kadar köyün dışına kız verilmez, dışarıdan da kız alınmazdı. Mülkiyetin parçalanmaması için akraba evlilikleri bile yapılırdı. Dört ailede görülen özürlü doğumlardan ikisinde özür bu yüzden olmuştur. Diğer ikisin nedeni öğrenilememiştir. Oğlunu evermek için köyden kız bulamamak üzüntü kaynağı olurdu. Kızını köyden birine verememekte sıkıntı yaratırdı. Kızın güzel olmasından yüz güzelliği anlaşılırdı. Güzel olmayanlar içinde, kendi güzel olacağına huyu güzel olsun denirdi. Yakın akrabalar arasındaki evliliklerde, elin akıllısından kendi delin iyidir diye açıklanırdı. Kızı kendisine bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya sözü, kızların o yıllarda yaşadığı baskıyı gösterirdi.

Köyde evlenme yaşı 1970’lere kadar 17-18’di. Evlenme yaşının böyle erken olmasında sosyo-ekonomik nedenler etkili olmaktaydı. Erkek tarafı alınacak  gelinin emeğinden biran önce yararlanmak isterdi.

Bu isteğe kız tarafı karşı koyamazdı. Üstelik genç yaşta gelin olamayıp yirmi yaşını geçen kızlara evde kalmış gözüyle bakılırdı. Böylelerinin  arzulanan nitelikteki  delikanlıyla evlenme şansları azalırdı. Bu düşünceler erkek içinde geçerliydi. Askere gitmeden önce biran önce evlenerek çoluk çocuk sahibi olması istenirdi. Kız aileleri kızlarını köyden birine vermeyi isterlerdi. Kızları gelin olup gitse bile aynı köyde oluşu zaman zaman fizik gücünden yararlanma olanağı sağlardı. Örneğin;çamaşır yıkayan anaya kızının yardım etmesi, bağ belleme ve çeltik kaldırma günleri kızlarıyla damatlarının yardıma gelmesi gibi.

Kız ailelerinin olduğu gibi oğlan tarafı da köyden bir kızla oğullarını evlendirmek isterdi. Çevre köylerden alınacak bir kızın değişik gelenek ve görenekleriyle köyün üretim tarzına ve üretim araçlarına uyum sağlamakta güçlük çekeceği düşünülürdü. Bu yüzden kız alıp verme genellikle köy içinden olmaktaydı. Bunun yanında şu düşüncenin de etkisi vardı. Bak bak köyden kız bulamadı da falan köyden oğlunu evlendirdi. Bu düşünce kız tarafı içinde geçerliydi. Kızını köye veremedi de dışarıya verdi diye söylenirdi bu kezde.   

Evlenen gençler ayrı çatı altında bir yuva kurmayıp, baba evinde otururlardı. Bu durum çocukları olup büyüyene veya bir diğer kardeşinin evlenişiyle bozulacak dirliğe veya büyüklerini kaybedene kadar sürer gider.

1970’den sonra durum adeta tersine döndü. Kızını köyün dışına, hele kasabaya vermek, oğlana da başka köylerden kız almak moda oldu. Köy kızları başlangıçta şehirdeki şoföre, berbere, terziye kocaya gitmek isterken, zamanla bu tercih değişti. Öğretmen eşi, memur karısı olma isteğine dönüştü. Günümüzde ise TEDAŞ(TEK) ya da TKİ’de çalışan bir işçiyle köy kızlarının en büyük arzusu.son yıllarda evlenme yaşı yirminin üstüne çıkarken, kızları da istemedikleri yerlere vermek zorlaşmıştır. Seyrekte olsa kız kaçırmalar olmaktadır. Boşanmalar ise sosyo-ekonomik nedenlerle çok az olmaktadır. Boşanan kadının tekrar evlenme şansı hemen hemen  yok gibidir. Köyde başlık parası geleneği yoktur. Birden fazla kadınla evli erkek sayısı da oldukça azdır.

1950’yıllara kadar köyde gelinler ata binerdi. 1952’de köy yolunun yapılmasıyla Willys Jeep köye geldi. Böylece jiple gelin alma dönemi başladı. 1970’den sonra jiplerin yerini  Anadol ve Murat taksiler aldı. Gelinlerde taksiye binmeye başladı. Gelin alma Perşembe ve Pazar günleri olurdu. Perşembe gelin alındığında düğün Pazartesi günü başlardı. Pazartesi yük(çeyiz) gider, Salı akşamı kızbaşı yapılırdı, Çarşamba akşamı kına yakılır, Perşembe gelin alınır, Cuma sabahı da duvakla düğün biterdi.

Gelin alma Pazar olduğunda düğün Cuma başlar Pazartesi biterdi. 1980’lere kadar düğünler tüm harman işleri bittiğinde kışa girerken veya kışın yapılırdı. Son yıllarda bu gelenekte ortadan kalktı. Artık yaz günleri de düğünler yapılmakta. Eskiden düğünlerde çalan davulcular ve köçekler ya ilçede yaşayan çingenelerdi ya da Bolu’dan gelirlerdi. 1980’den sonra köçeklerde görünmez oldu.

Dünür gönderme:17-18 yaşına giren oğlana, anası –“oğlum artık seni everelim”- der ve istediği biri var mı öğrenmeye çalışır. Oğlanın isteği ananın babanın düşündüğü biriyse kabul edilir ve kız istenir, değilse reddilir. Kendi düşündükleri oğlana denir ve kabul ettirilmeye çalışılır. Çoğunluklada kabul ettirilir. Oğullarına gelin adayı olarak düşündükleri kızın ailesinin ekonomik durumu, huyu, asaleti, kızın çalışkan, fiziki yapısının sağlam ve güzel olması aranan özelliklerdi.

Oğlan tarafına yakın olan iki yaşlı kadın, bunlar aynı zamanda kız tarafınca da sevilip sayılan kişilerdir, bir Pazar ve ya Cuma akşamı kızı istemeğe yani dünürlüğe giderler. Havadan sudan konuşmalardan sonra uygun bir dille kız istenir. “Akşamdan beri buradayız, neye geldiğimizi sorduğunuz yok. Biz hayırlı bir iş için geldik. Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle kızınızı ...ların oğlu ...’ya istemeye geldik” derler. Kız tarafı bu isteği, kızımız daha küçük, abisi var daha önünde, halimiz vaktimiz yerinde değil gibi sözlerle karşılarsa bu red anlamına gelir. Eğer cevap;Allah yazdıysa neden olmasın, ama biz biraz düşünüp danışalım yakınlarımızın da görüşlerini alalım türünde olursa bu işin olacağına yorumlanır.

Bunun üzerine bir hafta sonu yine bir Pazar yada Cuma akşamı bu kez kadınların yerine, iki veya üç yaşlı başlı  erkekten oluşan bir dünürcü heyeti tekrar gönderilir. Şayet birincideki  konuşmalardan yanlış bir sonuç çıkarılarak hataya düşülmediyse alınacak yanıt olumludur. Tanrı böyle yazmış denir ve kız verilir.

Yavuklanma (söz kesme) ve bohça değişimi: Alınan bu olumlu yanıt üzerine yine Cuma ve Pazar akşamı oğlan evinden kız evine bohça gider.bu bohçada kızsa yollana takı ve fistanlık basmanın yanında gözlemeyle helva da vardır. Aynı gün kız evinden oğlan evine bohça geri döner. Geri dönen bohçanın içinde kız evince yapılıp oğlan evine gönderilen gözleme ve helvanın yanında, kızın yavuklanacağı oğlan için büyük bir özenle elinde işlediği çevre ve kese vardır.

Genç kız çevre yapımı için mendil büyüklüğünde kesilmiş beyaz patiska parçasını kasnak üzerine gerer, üzerine hayalindeki deseni renkli ipler kullanarak iğneyle işler. Para kesesini de renkli kalın ipler kullanarak şişle örer. Bohça değişiminde karşılıklı gönderilen gözleme ve helvalar konu komşuya dağıtılır.böylece yavuklanma olayı tüm köye duyurulmuş olur.

Delikanlı yavuklusunun çevresini evlenene kadar büyük bir özenle  ve dikkatle yanında taşır. Kaybetmesi hiçte bağışlanacak türde bir olay değildir. Yavuklanmadan evlenmeye kadar geçecek sürede dini bayram varsa, oğlan evinden kıza hediyeler gönderilir. Gönderilmediğinde hoş karşılanmaz. Bu da kızın tek düze giyinmesinden anlaşılır. Evliliğe ilk adım olan yavukluluk süresi içinde bir sorun çıkarsa bohçalar karşılıklı olarak iade edilir.

Nişan koyma: Saptanan düğün tarihinden bir ay kadar önce, oğlan evine yakın gençlerden oluşan 10 – 15 kişilik bir grup başlarında sinilerle, akşam karanlığı çökmeden silah(tabanca) atarak kız evine giderler. Üstleri oyalı yazmalarla örtülü sinilerin içinde nişan için alınan takı ve giysilerin konduğu bohçalar vardır. Orada kız evine yakın erkek tarafından karşılanırlar. Yemek yenip sohbete geçildiğinde, kız evi konuklarına yarı şaka yarı ciddi oyunlar yapar. Örneğin; kızevinden biri, oğlan evinden birine bir sahan pirinç getirir, saymasını ister. Oğlan tarafı kız tarafına bahşiş vererek bu işten kurtulur. Amaç bahşiş almak değil eğlenmektir. Konuklar da ayrılırken ceplerine koydukları çatal ya da kaşıkları götürerek bu tür şakalara cevap verirler. Yavuklanmasıyla birlikte yavuklanmasından kaçan kız, nişandan sonra düğüne kadar hiç evden çıkmaz.

Urba alımı:Urbadan önce güz mevsiminde ilçede kurulan panayırdan yorgan ve sandık, birazda pamuk alınırdı. Düğünden bir ay kadar önce de urba alımına gidilirdi. Urba alımına gidilecek günün akşamı kız evinin istekleri bir listeyle oğlan evine ulaştırılırdı. Bu listede alınması istenen altın sayısı, ipekli ve hazen fistan (elbise )sayısı, kız evinden kimlere hazır ve ya dikilecek türden giysi alınacaksa onların listesi olurdu. İlçenin pazarı olmayan bir gün urba alımına gidilirdi. Listede alınması önerilenler, oğlan evinin ekonomik gücüne göre bir çelişki yada anlaşmazlığa düşürmeden yaklaşık olarak alınmaya çalışılırdı. Urba alımında damat adayı dışında kızla birlikte kız ve oğlan evinin büyükleri bulunurdu. Oğlan evi listede yazılı olanları almaya çalışırken, kız tarafı da oğlana da tepeden tırnağa iç çamaşırı alırdı. Kız için alınan urba önceleri kasabada sonraları köyde diktirilmekteydi. Urba alımına gidildiğinde nikah için resim çektirilir, doktora gidilir resmi nikah için gereken işlemler yaptırılırdı.

Düğün tal: düğünden iki hafta önceki Cuma günü öğleden evvel düğün tal çıkartılırdı. Perşembe sabahı erkenden okuyucu kadın tüm köyü düğün tal için yufka yapmaya davet ederdi. Davet ederken önceleri dörde bölünmüş sabun parçaları verilirdi. Sonraları ise kesme şeker verilmeye başlandı. “Kadınlar bir kalbura koydukları buğdayla çöz çöz (hep birlikte değil üçer beşer gelmek) düğün tal için yufka yapmaya gelirler. Daha kimse gelmeden düğün sahibi bir odaya serdiği kılçanın(yaygı) üzerine bir kalbur buğday döker üzerine de bir avuç iğde serper. Gelen kadın getirdiği buğdayı  sembolik olarak çalkalayıp yerdeki buğdayın üzerine döker, kalburunu bir kenara asar yufka yapmaya başlar. Toplanan bu buğday genellikle hayvan yemi olarak kullanılır, ya tavuklara yada davara verilirdi.” Akşama kadar yapılan yufkalar, içine örtü serili kazanın içine konur. Ve kurumasın diye ağzı kapatılırdı.

Cuma günü sabah erkenden düğün evinin balkonuna bayrak asılır, birkaç elde tüfek atılırdı. Cuma namazından önce köy odasında da pişen pilav yufkayla yenir, namazdan sonra da  topluca düğün evinin önüne gelinirdi. Eşeklerden sert olanına sarılı çuvallardan birinin içine çeşitli renkte çevreler bağlanmış çok çatallı çomak sokulur, giderken ses çıkarsın diye de eşeğin yanlarına çamlar takılırdı.Kafile köyün yakınındaki su değirmenine 3-4 kişiyle gidilirdi. Değirmenciye yağlık(havlu) ve pilav götürülürdü. Düğün talhına değirmende sıra varsa öncelik tanınırdı. Değirmenci düğün tahılından hak almazdı.

Düğünde tüketilmek üzere gönderilen buğdayların unu yine bir hafta sonraki Cuma gecesi aynı düzen içinde köye getirilirdi. Değirmencinin yaptığı iki büyük çörekten biri dilimlenir, yanına konan çerezle (leblebi, üzüm) birlikte birkaç sini üstünde köy kahvesindeki erkeklere verilir, diğeri de  kadınlara ikram edilirdi. Çöreğin güzel pişmesi için altına ve üstüne bağ yaprağı konurdu.(1980’den sonra düğün tal çıkartılmıyor).

Düğün yufkası:okuyucu kadın tarafından düğün evine yufka yapmağa çağırılan tüm köy kadınlarının katkısıyla, düğünün başlamasına iki gün kala iki gün boyunca yufka yapılır. Düğün sahibi bir bileziği çomak parçasının çatalına takar, onu da büyük bir teknenin bir kenarına konan bir sahan unun içine yerleştirir. Yufka yapımına kadınlar bu kez bir sahan unla gelir. Getidikleri unu bileziğin üstünde dökerler, tekne dolduğunda un çuvala alınır.(1960’lardan sonra bilezik takma olayı kalktı.)çağrılı toplanan kadınlar evde saçta pişen yufkanın açımına ve pişirilmesine yardım ederler. Okuyucu kadına düğün boyunca yaptığı hizmete karşılık düğün sonrası bir takım elbise verilir.

Düğün

Pazartesi:Gelin alma Perşembe olduğunda davulcular Pazartesi ilkindi vakti, Pazar olduğunda Cuma akşam  üzeri köye gelirler. Köye 1 km kalırken davullarını çalarak köye girerler. Meydanda kısa bir fasıl yaptıktan sonra boş bir eve yerleştirilir. Düğün boyunca yemekleri oğlan evi tarafından verilir. Davulcuların geleceği akşam köyde boş bir binanın altına (büyük bir ahır veya samanlık olabilir.) hazırlanan tüm çeyiz asılır.

Salı – yük çıkarması: Salı günü sabahı çalgılar eşliğinde oğlan evinden eşeklere yüklenen çeyiz dolu denkler kız evine gider. (günümüzde eşek yerine traktörler kullanılıyor. Bu denklerde yatak-yorgan, sandık ve kap-kaçaktan oluşan eşyalar bulunur. Böylece oğlan evinin çeyizini kız evi görmüş olur.bu çeyiz, kız çeyiziyle birlikte gelin gelirken oğlan evine geri gelir.

Kızbaşı: Salı günü okuyucu kadın kadınları kızbaşına çağırır. Yük gittikten sonra gündüz kızbaşı yapılır. Önde dünürcüler, arkada diğer kadınlar çeyiz asılı yere gelirler. Kız başında, gelin olacak kızın başına kına yakılır, oynanır, pilav yenir.

Yatsı namazından sonra köyün meydanında yakılan ateşin yanına gidilip çalmaya başlayan davulcuları çocuklar toplanıp seyre koyulurlar. Çok geçmeden kahveden çıkan erkekler gelir ve meydan yerinin etrafına yarleştirilen ağaçlar üzerine otururlar. Bu sırada çalgıcılar ateşe yakın bir yere konan sandalyelere geçerler. İki davulcu ve iki köçek meydanda oyuna kalkarlar. Az sonra davulcular oturur, köçekler oyunlarını sürdürürler. Köçeklerin oyunu bittiğinde çalgılar biraz dinlenir. Bu sırada halkı eğlendirmek için soytarı meydana çıkar. Soytarı ağzı laf eden, güldürmeyi eğlendirmeyi bilen biridir. Eline bir sopa alır ortaya çıkar, yarı şaka yarı ciddi sözlerden oluşan maniler uydurup söyler. İşte bu sözlerden

birkaçı;

Kavunu yer suyunu akıtır,

Şıngırdaklı maşayla kadını korkutur,

Balca’nın adamı.

 

-gülüşmeler-

Vara vara vardım Alan’a

Kemane çaldım

Bir kalbur samana.

 

-gülüşmeler-

Bir kaburgasında

Dokuz kepçe olur

Ayman’ın adamı.

 

-gülüşmeler-

Kürek elinde sabah namazı,

Ak donla bendin başına gider

Nallıdere adamı.

 

-gülüşmeler-

Soytarı gösterisini bitirdiğinde tekrar çalgılar çalmaya başlar. Gruplar halinde köyün gençleri oyuna kalkarlar. Meydan yerindeki eğlence bittiğinde kahveye gelinir, burada çalan çalgıcılara ve oynayan köçeklere paralar takılır.(1960’tan sonra soytarı, 1970’ten sonra da köçekler görünmez oldular)

Çarşamba – Düğün odunu: Gelin alma Perşembe ise Çarşamba günü, Pazar ise Cumartesi günü düğün odununa gidilirdi. 8-10 eşekle 4-5 kişi çalgılarla eşliğinde silahlar atılarak köy kenarına kadar götürülüp yollanılır,  dönüşlerinde karşılama yapılmazdı. Odundan gelenlere yemek verilirdi. Gelen odunlardan birer yük camiye, okula, odaya ve kız evine, kalanı da düğünde yakılmak üzere oğlan evine yıkılırdı. (1979 yılında köye elektrik geldikten sonra düğün odununa gidilmiyor, düğünlerde Pazar günü yapılıyor.)

Kına gecesi ve yufka kapma:Çarşamba günü akşam karanlığından önce dünürşüler oğlan evinden çalgılar eşliğinde tüfek atılarak çeyiz asılı yere getirilir, onların peşinden tüm köy kadınları gelir. İyi oynayanlardan iki genç kız oğlan elbisesi giyerek oğlan olurlar. Genç kızlar ve yeni gelinler bunlarla oyuna kalkıp oynarlar. Bu sırada çeyiz asılı yerin kapısına yakın olan bir yere asılan yufkayı damat yanında bir erkek arkadaşıyla kapmaya çalışırken kız tarafının kadınlarınca yakalanıp çeyiz altında oynatılır. Bu olaya yufka kapma denir.

Gelin olacak kızın çeyiz asılı yere gelişiyle eğlencenin neşeli yanı biter, yas etme başlar. Ortaya oturtulan gelinin etrafında toplanılır, anılar, acı bir dille dile getirilerek yas edilir ve ağlanır  ve de ağlatmaya çalışılır.

Kavak dalı eğilmesin                                       Gabaklar devek attı

Birbirine değmesin                                           Yılanlar yola yattı

Söyleyin babama                                             A komşular         

Beni gurbete vermesin                                     Beni babam gurbete attı                 

Gök ceviz dokunur mu

Dibinde mektup okunur mu                              Biner atın alacasına

Öksüz kızın çeyizi                                            Gider yolun incesine

Böyle bakılır mı                                                Haber verin amcasına 

                                                                         Amcasız kız gelin olur mu?

 

Yastan sonra, üzerine iğde ve patlamış mısır ortasına da kına tası konan tepsi getirilir. Gelin olacak kızın eline ve ayağına kına yakılır. Kına yakma işlemi bitince gelin orta yerden kenara alınır. Tepsi ortaya getirilir, üzerindekiler yenilince, etrafında duranlar bir elleriyle boş tepsinin altından tutup bir elleriyle de üstüne vurarak neşeli sözler içeren maniler söylerler. Oğlanın sırça parmağına da anası evde kına yakar. Çeyiz asılı kaldığı iki gece boyunca oğlan evinden bir erkek tarafından beklenir, kına gecesi bittiğinde toplanır.

         Okuncular: düğüne köy dışından gelen konuklara(davetlilere) okuncu denir. Bunlar köy yakınına geldiklerinde silah atarak gelişlerini haber verirler. Oğlan evinden bu durumla ilgilenen biri çalgıcıları alıp gelenleri karşılar, kalacakları eve kadar getirir. Konuklar kendilerini karşılayan çalgıcılara bahşiş verip konaklarına çıkarlar.

Dürü: Düğüne davetli konukların getirdikleri hediyeye dürü denir. 1970’lerden önce dürü olarak daha çok bakır sahan ve bakır tencere gönderilirdi. Gelen sahan ve tencereler ileride kullanılmak üzere gelin odasındaki sergene (rafa) dizilirdi. İhtiyaç oldukça oradan alınır, kalaylatılır kullanılırdı. Günümüzde dürü olarak çok çeşitlenen mutfak gereçleri ya da aksesuar türü şeyler gönderilmektedir.

Perşembe – Gelin alma günü: Sabah düğün evine bayrak dikilir. Bayrak direğinin yanına iki adette ucuna çevre bağlanmış elde taşınabilir. İnce sopa dikilir. bunlar seğmenler içindir. Çevrelerin üzerine para da iliştirilir. Paranın nasıl harcanacağına delikanlı başı karar verir. Genellikle düğünden sonra yeme içme yapılır. Düğün boyunca bilhassa gelin alma günü tüm köy halkı özellikle gençler en yeni elbiselerini giyerler. Genç kızlar köyün orta yerindeki çeşmeye yeni giydikleri fistanlarıyla salına salına suya gidip gelirler. Çeşme başında dakikalarca lafladıkları olur.

Güvey düzme: Kuşluk vakti, boş sini taşıyan iki kişiyle sık sık av tüfeği patlatan bir erkek çalgılar eşliğinde kız evine giderler. Güveyle sağdıcın sinilere konan iç çamaşırlarını alıp oğlan evine getirirler. Buradan elbiselerinde konduğu siniyi alıp güvey, sağdıç ve birkaç kişiyle camiye gidilir. Güvey ve sağdıç camide bulunan yaşlılar ve imam tarafından tepeden tırnağa dua edilerek giydirilir. Damat ve sağdıç orada bulunanların elini öperler. Dışarıya çıkıldığında tepsideki çerezi cami kapısında toplanan çocuklar kapışır. Gelişte olduğu gibi yine çalgılar eşliğinde oğlan evine dönülür. Güvey, anasından başlayarak evde bulunanların ellerini öper, sonrada kahveye giderek orada bulunanlarla tokalaşır.

Nişan atma: Gelin alma günü öğleden önce nişan atma yarışı yapılır. 200-300 m uzağa dikilen nişan tahtası dolma tüfek ya da tek kırma av tüfekleriyle nişan alınıp atılır. Dikilen nişanı vurana konan para ödülü verilir.

Gelin alma:  Gelini oğlan evinden gelen dünürşüler düzer(giydirir). Gelinin başına fes takılır ve çar denilen kırmızı bir örtüyle her tarafı örtülür. Öğle namazından sonra gelin alınır. Gelin alıcılar çalgılar eşliğinde oynayarak gelirken gelin ve anası yas etmeye başlar.

Gelin-

Kara çalı bitmez mi sandın anam

Kızınız evden gitmez mi sandın anam

Ayağım büyüdü yollara  sığmaz oldu anam

Başım büyüdü evlere sığmaz oldu anam.

 

Ana-

Açık kapımı örterdin yavrum

Kapalı kapıyı açardın yavrum

Ocağımın ateşiydin yavrum

Şimdi bırakıp gidiyorsun yavrum

 

Gelin-

Leblebi koydum tasa

Doldurdum basa basa

A benim kadın anam

Şimdiden sonra gelecek

Kızından sana tasa.

 

Yas etme bittiğinde oğlan evi tarafından bir kadın, gelinin arkasına geçip belinden kucaklar, ayakları yerinden kesilene kadar gelini kaldırıp,

 

Kötü huyların burada kalsın

İyi huyların oraya gitsin

Başın pınar ayağın göl olsun

Avuçladığın toprak altın olsun

Allah hayırlı kapılar açsın, hayırlı yazılar yazsın.

diye duygularını açıklar.

 

Bu aradan evden yükler iner, eşeklere yüklenir. Gelin evinin önünde çalgılar çalmakta, oyunlar oynanmaktadır. Hazırlanan gelini güveyin babası, babası yoksa en yakın aile büyüğü bulunduğu odadan çıkartılır, bu sırada oğlan babası gelinin anasına süt hakkı verir, sonra gelin kapı önünde bekleyen atın yanına indirilir.çalgılar susar, köyün imamının okuduğu duadan sonra gelin ata bindirilir. Tam ata bindiğinde üstüne şeker ve madeni para atılır. Kalabalığın arasına yere düşen para ve şekerleri çocuklar yarışırcasına toplamaya çalışır.

Oğlan evine yakın erkekler tarafından gelinin iki yanından ve atın başından tutularak yürümeye geçildiğinde, çalgılar yanık yanık çalmakta oldukları gelin havasını kesip daha hareketli ve neşeli olanına geçerler. Gelin  alayını oluşturan seğmenler halay çekerek oğlan evine doğru ilerlerler.(seğmen seymen olarak söylenir. Seğmen alayı geleneği Türklerin oğuz boyumda görülmektedir.)genellikle iki grup halinde halay çeken seğmenlerin başlarında bayrak taşıyanlar vardır. Baş dünürşünün taşıdığı halı heybenin bir gözüne kabak çekirdeği, maya, oklava ve ilikmen konur. Gelin; kabak deveği gibi devek atsın, vardığı yerde mayalansın, işi ve gücü olsun diye. Gelin köyün bir başından bir başına dolaştırılarak oğlan evine götürülür.

Kız evinde olduğu gibi burada da üstüne bozuk para ve kaba şeker atılır. Bu yapılanlarla gelinin eve bereket getireceğine inanılır. Attan indiğinde kurban kesilir, gelin kana basarak eşikten geçer. Güveyde bu sırada evin balkonundan iki el silah atar. Gelin odasına çıkartılır, çeyizleri odasına asılır.halay çekerek gelen oyunculara çevre yada mendil dağıtılır. Oyun sonunda pilav verilir.

Gelin alınacağı yada alındığı günün akşamı içki içilir. Düğün evinin gücü yeterliyse içki ve mezeler oğlan evinden karşılanır. Değilse herkes kendisi sağlar. Evlerde içen gruplar türküler söyleyerek, tabanca atarak çalgılar eşliğinde oyunlar oynayarak meydan yerine gelirler. Geç saatlere kadar eğlenirler. Kalenin Bedenleri, Çiftetelli, Su Sızıyor, Zühtü, Dane dane benleri var,  Keklik, Cezayir, Oyalı yazma, Karpuz kestim, Bahçelerde  iğde, Konyalı, Meşeli, Zeybek gibi oyunlar en çok oynana oyunlardır.

Pilav: Evin önünde üç taş üzerine konan ve altında odun yanan  kazanda, yaşlı kadınlar tarafından pişirilir. Pilav kazanı kancalarından geçirilen bir sırıkla, yufkalar da kalbur ve gözerlerle meydan yerine taşınır. Yere serili yaygılar üzerinde yufkayla yenir kaşık kullanılmaz.

Nikah:Yasal nikahın yanı sıra birde imam nikahı yapılır. Resmi nikah düğün öncesi yapıldığından, düğün günü imam nikahı yapılır. İkindi ile akşam arası, muhtar, imam ve iki aile büyüğünden oluşan heyet, önce gelin odasındaki gelinin nikahını, sonrada ayrı bir odada damadın nikahını kıyarlar.

Güvey salma (gerdek gecesi):Gerek gelin alımında gerekse gerdeğe girene kadar geçen zamanda gelinin yüzünü hiç görmeyen güveye öğleden sonra yeni evlilerden bir arkadaşı gerdek gecesi nasıl davranması gerektiğini anlatır. Güvey yatsı namazından sonra salınır. Yatsı namazından çıkanlar önlerinde imam ve güveyle birlikte tekbir getirerek oğlan evinin önüne gelirler. Okunan duadan sonra güvey,  öndeki büyüklerin elini öpüp koşar adımla uzaklaşırken kapı eşiğine olan biri  tarafından sırtına bir yumruk atılır. Güvey merdivenlere konan bir tası tekmeleyerek gelinin bulunduğu odaya girer. Bu sırada içeride bulunan gelinin sağdıcı, duvaklı olan gelini kaldırıp güveyle namaza durdurur ve odadan çıkar. Güvey odaya girdiğinde yakınlarından biri iki el silah atar. Aşağıda bulunanlar özel kokular ve boyalardan hazırlanan şerbeti içerek dağılırlar.

Cuma – Duvak: Gerdek gecesi sabahı, sabah ezanı vaktinde kalkan gelin ve güvey önce evdekilerin elini öperler. Sonrada yakın hısım akrabaların evlerine baş dünürşüyle birlikte el öpmeye giderler. Giderken dürü olarak bağlanan bohçayı yanlarında götürürler. El öpmede gelinle damada para verilir. Bohçaya el dokuması bezlerden yapılan dizlik, göynek, antari, çember gibi çamaşırların yanı sıra el işi, çevre ve yazma vs. konur. Gelin olana kadar başındaki yazmasını boynunun altına bağlayan kız, duvak sabahı başındaki beyaz tülbendi yaşmak atar. Köy yerinde bir genç bayanın kız mı gelin mi olduğu baş örtüsünü bağlayışından bilinir.

Gün ağarırken çalgılar son kez gelip düğün evi önünde çalarlar. Toplanan gençler damadı, kadınlarda gelin odasında gelini oynatırlar. Gelin oyun dışı kaldığında duvağı ile oturur.

Kız ensesi:Düğünün üzerinden bir hafta geçtiğinde oğlan evi, kız evine yemeğe gider. Yemekte konuşmadığı görülen damada konuşması için kayınpeder söylemelik verir. Söylemelikle birlikte güvey de konuşmaya başlar. Söylemelik koyun, keçi yada sığır olabilir.

Oğlan ensesi:Bir hafta sonra kız tarafı bu ziyarete karşılık verir. Bu da oğlan ensesidir.

Eymir köyünde düğün:Eymir köyünde düğünler 1970’li yıllardan önce Salı günü başlar, pazartesi günü sona ererdi.

Salı – Düğün bulguru: Düğünlerde bulgur pilavı pişirildiğinden, Salı günü sabahı düğün bulgurunu çekmek için bulgur değirmeni kurulurdu. Bir taraftan maniler söylenerek bulgur çekilirken diğer taraftan yufka yapılırdı. Bulgur çekme işi bittiğinde, değirmenin deliğinden okunup üflenen bir asma kilit geçirilerek kilitlenirdi. Kilit damat gerdeğe gireceği an açılırdı. Böylece damadın erkeklik gücünün bağlanmasının önüne geçileceğine inanılırdı.

Çarşamba – Gelinlik oynatma: Çarşamba günü gündüz kadınların, akşam da genç kızların katıldığı dernek (yufka şenliği)yapılırdı. Akşamki eğlenceye gelinlik oynatma denirdi. Evlenme yaşına gelen delikanlıların kız kardeşleri ve yakınları  beğendikleri genç kızları oyuna kaldırırlar. Böylece o kızın istendiği belli edilir. Kızların oyuna kalkması, oyunda istekli olması, uzun süre oynaması bu işte onunda gönlü var diye yorumlanırdı. Nişanlı kızlarda nişanlısının yakınları tarafından oyuna kaldırılırdı.

Perşembe – Kına Götürme:Sabah yakılan fırında önce baş çöreği yapılır. Bu yapılan ekmekten köyde herkese , özelliklede evlenme çağında olanlara yedirilirdi. Ardından konuklar için fırın ekmeği yapılırdı. Ekmek yapılırken bir yandan da pilav pişirilirdi. Pişen pilav tepsilere konulup yufkalara örtülür, hazırlanan kınayla birlikte, oğlan evinde toplanan kadınlarla kız evine gidilirdi. Buna köyde kına götürme denir. Pilav yendikten sonra kızın başına ilahi ve manilerle kına yakılırdı.

 

Ayşe’yle Fatma  okuyucu gezer,

Sıddık ile Zehra çeyizimi düzer,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Kına yakılırken gelin kızda hem mani okur, hem de yas ederdi(ağlardı).

 

 

Girdim meclis içine

Oturdum yastık üstüne                                Babamı koydum köşe başında

Yaren kızlar dizildi kapıya                            Anamı koydum ocak başında                 

Kına yaktılar başım üstüne                          Kardaşımı koydum merdiven başında

                                                                     Dünürşüler göründü köyün başında

Sabah oldu güneş doğdu

Başıma al kınalar kondu

Dün yalan idi bugün koydu

Koydu yarenler koydu

 

  Cuma – çeyiz katırı:Gelinin eşyaları oğlan evinden kız evine katır veya katır arabası ile götürüldüğü için köyde buna çeyiz katırı denilirdi. Geline alınan eşyaların yanında; çörek, kahve, çay-şeker, gözleme, bulgur, yağ gibi yiyeceklerde eşyalarla birlikte çeyiz katırıyla giderdi. Kesilen bir koç ya da erkeç’de süslenerek yüklerin üzerine konulur,çalgılar eşliğinde, Cuma namazından önce oğlan evi erkekleri tarafından kız evine götürülürdü. Giderken yolda silahlar atılır kız evi önüne böylece haber verilmiş olurdu. Yükler kız evine indirilir ve dönülürdü. 

Kız yanı:Oğlan evi tarafı kadınları süslenip kız evine çalgılar eşliğinde topluca giderlerdi. Kız evinde tef çalınır, türkü maniler söylenir, oyunlar oynanırdı. Düğüne gelenlere pişirilen pilav yufkayla ikram edilirdi. Kadınlar ayrılınca kızlar sabaha kadar eğlenirlerdi.Şimşek – Bağ belleme, koyun oyunları oynanırdı. Bir kız koyun olur, bir başkası satıcı, bir başkası alıcı olurdu. Koyun satılır. Koyun satılmasan önce ayrı meler, satılırken ayrı meler. Bu oyunu söylerken şu sözler söylenirdi.

Meleme de koyun meleme                              Koyun seni sürdüm bayıra  

Vazgeç kuzundan                                            Yaz gelince indireyim çayıra

Ne analar ayrı düştü kızından              

Meleme de koyun meleme

Koyun sana zilli çanlar takayım                       Vazgeç kuzundan

Takayımda keyfime bakayım                           Ne analar ayrı düştü kızından.

 

         Cumartesi – Düğün odunu:Delikanlılar sabah erkenden birer hayvanla oğlan evine gelirler. Oradan topluca dağa oduna gidilirdi. Odunlar kesilip köye dönülür. Gidiş gelişte türküler söylenir. Köye yaklaşınca silahlar atılır. Silah sesine davulcular oduncuları karşılamaya çıkarlar. Çalgılar eşliğinde eve gelinir, gelen odunlar kırılır, odunculara yemekler verilirdi. Çalgılar çalınır, oyunlar oynanırdı.

Çeyiz asma: Oduncular gidince kızın çeyizi asılır. Kadınlar çeyiz bakmaya gelirler. O gün kaynana oynatılır, dünürşülere pilav ikram edilir.

Kına gecesi: Akşama  kadınlar yöresel kıyafetler olan altıparmak elbiselerini giyip süsleyerek kız evinde toplanırlar. Oğlanın yakınlarından bir genç kız erkek elbisesi giyer, kızları oynatır. Kadınların toplandığı yerde bir yere bir yufka asılır. Oyuncular oynarken damat ortaya şekerler serperek yufkayı kapar gider.buna yufka kapma denir. Bu gece kızın eline kına yakılır. Maniler söylenir. Gelin kız maniler söyleyerek ağlar. Buna yas etme – gelin ağlatma denir.

Avcuma koydular hicaz kınası

Üstüne koydular devlet parası

Henk (Eğlence):aynı gün yatsı namazından sonra köy meydanında büyük bir ateş yakılır. Oğlan evinde verilen içkili yemekten kalkan gençlerle birlikte tüm köy halkı buraya toplanır. Kadınlarda kına gecesinden gelir.  Köyün delikanlıları orta oyunları oynarlar. Tren yapılır. Ayı, tilki ve deve gibi hayvanların maketi yapılır. Bir kişi Kötel olur. Kötel, elinde sopasıyla meydana herkesin çok yaklaşmasını önler. Çalgılar çalar, erkekler oyunlar oynar, türküler söyler. Eğlenceler gece yarısına dek sürer.

Dürü toplama:Cumartesi günü ikindi namazından sonra oğlan tarafının delikanlıları çalgılar eşliğinde oğlan tarafının akrabalarını dolaşır. Her evden hediyeler toplanır. Bu hediyeler genellikle ibrik, kap-kaçak gibi mutfak eşyalarıdır. Her evden alınan dürü bir tepsiye konur, üzerine renkli pullu yazmalar örtülür. Tepsileri delikanlılar başları üstünde taşırlar. Dürü toplama bitince toplanan dürüler oğlan evine getirilir.

Pazar – Damat düzme, gelin alma: sabahleyin pişirilen pilav tepsilere konur, yufkalarla örtülüp cami önüne götürülür. Orada bulunanlar pilavı yedikten sonra köy odasına geçip damadı beklerler. Damadın bir tepsiye konan giysileri renkli-pullu yazmayla örtülür. Damat yakınları ile birlikte çalgılar eşliğinde köy odasına gelir. Orada bulunan köy hocası ve yaşlılar damada giysileri giydirir. Giysiler giydirilirken giysilerin denk gelmediği damada olmadığı söylenir. Damadın yakınları hocaya veya damadı giydiren yaşlılara bahşiş verirler. Dualar edilerek damat giydirilir. Bir ve ya birkaç çocuk sağdıç yapılıp, omuzlarına el işi dokuma peşkirler(havlu) konur. Damadın omuzlarına da renkli bir şal (poşu )asılır. Şal genellikle hacdan getirilmedir. Damat ve sağdıçlar orada bulunanların ellerini öperler, damada ve sağdıçlara genelde para verilir. Bir kişi orada bulunanlara tepsiye konan fındık, fıstık,  incir, şeker gibi çerezler ikram eder. Damat ve sağdıç eve gelir, ana babanın elini öperler. Oradan bir yakınlarının önderliğinde, çalgılar eşliğinde dürü alınan akraba evlerini dolaşırlar. El öpülürken bahşiş verilir.

Gelin Alma: Öğleye bir saat kala dünürşülerle birlikte oğlan evi delikanlıları çalgılar eşliğinde kız evine giderler. Orada delikanlılar evin önünde oynarken, kadınlar gelini giydirip süslerler. Buna gelin düzme denir. Gelin hem ağlar hem de yakınlarına maniler söyler.

 

Gidiyorum içinizden

Ayrılıyorum hepinizden                                      -kardeşine:

Yeşilbaş ördek olsam                                        Atımı çekin binek taşına 

Su içmem gölünüzden                                       Küçük gardaşım gelsin Atın başına

 

-arkadaşlarına:                                                  -askerdeki abiye:

Atım gelir kişir kişir kişner                                  Kapıyı açıverin eller gelsin 

Yaren kızlar oturmuş gergef işler                       Pencereyi açıverin yeller gelsin

Görün beni işte yarenler                                     Benim böyle gelin olduğumu

Benim başıma gelen işler                                   Askerdeki  ağabeyim bilsin

 

-anaya:                                                               -dayı ve amcaya:

Ekmeğinizi pişirdim                                             Merdivenden inemedim

Ballar olsun anam                                               Sağıma soluma dönemedim

Suyunuzu getirdim                                              Hangisi dayım, hangisi amcam

Göller olsun anam                                               Bakıpta bilemedim

 

-babaya:                                                             -halaya:

Çaya vardım çaylar coşkun                                  Denizler coşup gelir

Eve geldim yüreğim coşkun                                 Köpüğünü saçıp gelir

Babamın yüzüne baktım                                      A benim merhametli halam

Babam benden düşkün                                        İçini çekip gelir.

 

Karşıdan gelen katırcıları                                   -amcaya:

Yükçü mü sandın babam                                    Merdivenden indir amca

Omzu tüfeklileri                                                   Al atlara bindir amca 

Avcı mı sandın babam                                        İşte ben gidiyorum

Bir kızını görünce                                                Sabahleyin bir öksüz sevindir amca

Evde durucu mu sandın babam

 

Öğlen namazından çıkışta yaşlılara cami önünde, düğüncülere kız evi önünde pilav verilir. Yaşlılar pilavı yiyip kız evine gelince, gelin ata bindirilir. Üzerine bereketli olsun diye buğday ve şeker saçılır. Hoca duasını eder, şerbet ikram edilir. Çalgılar gelin alma havasını çalmaya başlar. Yanık ve dokunaklı bir havadır. Gelinin yürümesiyle müzik değişir, gelin alayı hareket eder, oğlan evine gelinir.akşamda gençler ateş başında çalgılar eşliğinde oyunlar oynarlar. 

Pazartesi – Duvak ve kızardı:Sabah namazını kılınca, damat damat ve gelin bir yakınları eşliğinde akrabalarını dolaşıp, el öperler. Kuşluk vakti kadınlar oğlan evi önünde toplanırlar. Kız evi gelirken çalgılarla karşılanır. Gelin ve sağdıç önce birer sandalyeye otururlar, sonra da oyuna kaldırılırlar. Oynarken ellerindeki buğdayı saçarlar, böylece bereketli bir yıl dilenir. Sonra kadınlar oyuna kalkar. Oyundan sonra ikram edilen pilav yenir, öğleye doğru dağılınır.

Akşam oğlan evi yakınları, damat ve gelinle birlikte kız evine giderler. Buraya gelince damat hiç konuşmaz. Kaynanaya, kayınpederine damat samıt(dilsiz)olmuş konuşmuyor denir. Kayınpeder ve kaynana damada söylemelik bir tarla ve ya hayvan hediye edince damat konuşur. Birlikte yemek yenir. Herkes ayrılırken gelin ve damat bir süre orada bırakılır. Böylece damadın kız evi kaynaşması sağlanır.

Salı – Kızensesi: Salı günü akşam kız evi ve yakınları oğlan evine gelirler. Burada da sohbetler edilir, yemekler yenir. Sonrada dağılınır. Kız evi kızlarının evinin düzenini böylece görmüş olur.

Güreş: Eğer düğünde güreş varsa sabah kuşluk vakti harman yerinde toplanılır. Köyün gençleri davullar çalarken güreş tutarlar. Güreş yapan pehlivanlar seyredenleri dolaşarak bahşiş toplarlar. Her boyda birinci olanlara oğlan evinden hediyeler verilir. Baş için genelde bir koç veya dana ortaya konur. Öğleye doğru güreş sona erer.

Beydili Köyü’nde düğün:

1970’den önceki yıllarda gençler askere gitmeden evlendirilirdi. Kız istemeler kışın olurdu. Düğünler güzün yapılırdı. Kış bittiğinde düğün yapılmazdı. Düğünler köçekli de olurdu, köçeksizde. Sırf kavalla da düğün yapıldığı olurdu. Düğünler bir hafta sürerdi. Cuma günü başlar cuma günü biterdi.

Düğün gününün duyurulması:İki aile arasında kararlaştırılan düğün tarihi önce muhtara söylenirdi. Muhtarda caminin minaresinden köyün bekçisine (dellal’a) –Söz sahibi olanlar bu akşam odaya gelsinler- diye bağırtır. Muhtar toplana kişilere – falan günü falanların düğünü var- diye söyledikten sonra düğün sahibine sorardı, bizden bir isteğiniz var mı diye. Düğün sahibi eğer düşünüyorsa , şu şu komşu köyleri düğüne davet edeceğim, yardımlarınızı bekliyorum derdi derdi. Bazı düğün sahipleri, ben güreşte yapacağım haberiniz olsun diyebilirdi. Düğün sahibi fakirse ben davulsuz da yapacağım diyebilirdi.bu durumda köyün gençleri kavalla düğün yaparlardı. Söz sahibi olanlar toplantısında çıkan düğün sahibi bu kez köyün delikanlıları odaya girerlerdi. Orada bulunanlara – düğünümüz var yardımlarınızı bekliyorum – derdi. Delikanlıbaşı orada bulunanlara, duydunuz arkadaşlar üç gün kimse işe gitmeyecek düğünümüz var, derdi.

Çıra:Düğün gecelerinde meydan yerini aydınlatacak çıraları getirmek için, düğünden bir iki hafta önce, urba almaya gidilen gün, 8 – 10 delikanlı 40 – 50 hayvanla çıraya giderdi.

Perşembe:Düğün haftası başladığında Perşembe günü düğün evinin çatısına bir sırık dikilir. bu sırığa çevre (işlemeli mendil) ve yazma bağlanır. Buna “bayrak dikme” denir. Bayrak düğün evini ve düğünün başladığını gösterir. Bayrak düğün evini ve düğünün başladığını gösterir. Perşembe günü okuyucu kadın tüm köyü  tahıl çalkalamaya davet eder. Düğün sahibi 40 yarım (320 kg) buğdayı evde bir odanın ortasına kılcanların üzerine döker. Her kadın bir urup (2kg)buğdayla gelir, “Derneğiniz kutlu olsun” der, getirdiği buğdayı orta yerdeki buğdayın üstüne döker. Buğday kalburla çalkalanıp çuvallanır.

Cuma – Düğün Tal ve Yufka odunu:Cuma günü kuşluk vakti duğün tal çıkartılır. Çuvallar at ve katırlara sarılır. Kopçalarına çan bağlanır. Geyik boynuzuna benzeyen bir çomağa(sopaya) sarılı al bez üzerine de yazmalar çevreler takılır. Ucu çatallı bu bayraklı sopa hayvan sırtında köyün alt başına kadar gider, değirmene gönderilmez. Delikanlıbaşı tarafından geri getirilir.

Aynı gün 8-10 delikanlı 40 – 50 hayvanla yufka odununa gider. Yufka odunu için ardıç kesilir. Gelen odunun hepsi düğün evine yıkılır. Cuma günü yufka odununa gidilirken bir genç, oğlan evinden kız evine omuzunda bir kütük götürür. Kütük  götürene kız evinden çevre verilir.

Cumartesi:cumartesi günü sabahı okuyucu kadın köyü yufka yazmaya davet eder. Öğleden önce düğün tal değirmenden gelir. Değirmencinin yaptığı 3- 5 çörek doğranır, toplananlara ikram edilir. Kadınlar yufka yapmaya başlar.

Pazartesi: Cumartesi günü kız evine çeyiz serilir. Kızın ne kadar çeyizi varsa bir odada sergilenir. Tüm köy kadınları çeyize bakmaya gelir.

Salı – Kız Başı:Salı günü oğlan evinde tekne tekne hamur yoğrulur. Köy fırınında ekmek yapılır. Ayrıca , “oğlan çöreği” denilen üzeri süslü çörekler yapılır. Oğlan çöreğinin üstüne pişmeden önce, ceviz içi, kuru üzüm, nohut, çörek otu hatta demir para yapıştırılır. Sonra fırında pişirilir.

 

Gelin olacak kızın başına kına yakılırken şu ilahi söylenir:

Kız kardeşin, bacın ile

Ananı koydun acı ile

Vardığın evi hacı eyle

Kızım kınan kutlu olsun

Dirliğin hep tatlı olsun

Allah muradını versin

 

Al sancağın dibi halı

Ya Muhammedü, ya Ali

Bize göster doğru yolu

Kızım kınan kutlu olsun

Dirliğin hep tatlı olsun

Allah muradını versin...

 

Çarşamba – Keşkek Odunu: Çarşamba günü 8 – 10 delikanlı 40 – 50 hayvanla keşkek odununa gider. Keşkek odunu için meşe kesilir. Onlar odunda iken köyde kalan delikanlılar keşkek döverler. Bu sırada çalgılar çalar. Kimi keşkek döver kimi oynar. Oduncular gelirken çalgılar karşılar. Gelen odunun 1-2 yükü köy odasına, 1-2 yükü kız evine yıkılır, kalanıyla da o gece keşkek pişirilir. Pişen keşkek’i o gece erkekler meydanda, kadınlar düğün evinde yufkayla yerler.

Çarşamba akşamı kına gecesi yapılır. Okuyucu kadın sabahtan –akşama kına var- diye köyü davet eder. Kadınlar toplu halde kız evine kına yakmaya giderler. Kınaya giden gençlerden bir kısmı erkek elbisesi giyerler. “Buna oğlan olmak” denir. Oğlan olanlar  kınada daha çok oynarlar. Kınaya mümkün olduğunca sesli, şamatalı gidilir. 5-10 kadar kadının eline keçi çanı verilir. Kadınlar yol boyunca çanları sallarlar. Çalgılar eşliğinde oğlan evinden çıkarken, kız evine yaklaşırken kuru sıkı doldurulmuş tüfekler atılır. Gelinin ellerine ve ayaklarına kına yakılır. Kına kakırken ilahici kadın ilahi söyler:

 

Durun ey yarenler bizde varalım

Türlü yemeklerden bizde yiyelim

İki huri kızı kınasını ezer

Hasan ile Hüseyin okuyucu gezer...

 

Bu arada oğlan evinden getirilen sini gelinin başının üstünde tutulur. Etrafında toplananlar ilahi söylemeye devam ederler.

 

Ördek gitti kaz kaldı

Tasa çekme oğlan  

Kavuşmanız az kaldı...

 

İlahi bittiğinde kına yakılır, sinidekiler yenir. Kınada oynayanlara kız evi yazma hediye eder. Geç zamanlara kadar, kadınlar kendi aralarında eğlenirler.

 

Def çalan kadın aşağıdaki dörtlükleri söyler:

Boş ambar gümüler mi?

Dertsiz baş iniler mi?

Anadan ayrılan kızlar

Şahlı şahlı güler mi?

 

Sahan sahan kavurma

Kavurmayı savurma

Gider gider gelirim

Gelmez diye kayırma

 

Kınadan dağılan kadınlar erkeklerin eğlencelerini izlerler. Artan kınadan damadın baş parmağına, sağdıcın da serçe parmağına yakılır.

Perşembe:Gelin olacak kız Perşembe sabahı erken saatte bir arkadaşıyla yakın akrabalarına gidip el öper, helallaşir. Köyün ihtiyarları sabah köy odasında toplanırlar. Hem oğlan, hem kız evinden gelen yemekler yenir. Saray böreği ahlat hoşafı, çorba, patates, kuru fasulye, sütlaç gibi yemeklerdir bunlar.

Delikanlılarda akrabalarından birinin evinde saklanmakta olan güveyi ve sağdıcı bulup çalgılar eşliğinde oynaya oynaya odaya getirirler. Hoca güveyin ve sağdıcın elbiselerini giydirir, duasını yapar. Damat büyüklerin elini öpüp, küçüklerle tokalaşırken, biride küçük bir tepsiyle onların peşinde dolaşır. Tepsiye para atılır. Toplanan paranın çoğu damada, birazı sağdıca verilir. Tepsilere konan leblebi, üzüm, iğde, kaba şekerde çocuklara dağıtılır.

Öğle namazından önce siyah çar örtülmüş 40-50 kadın dünürşü oğlan evinden kız evine gider. Gelin almaya giden bu dünürşülerin başında omuzunda heybe taşıyan bir erkek vardır. Bu heybenin içinde allı pullu ve duvak bulunur. Heybe taşıyan erkek dönerken de dünürşülerin başındadır. Dünürşülerin içinden becerikli bir kadın gelini düzer. Öğle namazından sonra camiden çıkarken kız evine gelirler. Gelini almak için damadın babası ve yakınları kız evine çıkarlar. yüklerin üzerinde oturan kız evi yakınları bahşiş almaya çalışırlar. Yükler inince kızın annesi.

Kızım başın pınar olsun

Ayağın göl olsun

Avuçladığın topraklar altın olsun

Bir dalın bin olsun

 

Bir yanına ay doğsun

Bir yanına gün doğsun

Girdiğin kapıdan çıkarmasın

Konduğun daldan ayırmasın

Allah bir yastıkta kocatsın

 

dedikten sonra, gelinin oda kapısı eşiğine kadar bir kolundan babası bir kolundan da baş dünürşü tutar getirir. Burada kız evinden bir kişi oğlan babasına süt hakkı vermesini söyler. O  da kızın annesine  bunu verir. Anne de –Dirliğiniz tatlı olsun- diyerek onları uğurlar. Oğlan babası da – Allahaısmarladık, hepiniz hakkınızı helal edin- der ve bir yakınıyla gelinin iki koluna girip aşağıya indirir.bu sırada gelinin başına bozuk para, şeker ve buğday atılır. Paralar ve şekerler çocuklar kapışır.

Duayı takiben gelin yürütülür. Damadın yakınlarından iki dünürşü gelinin iki koluna girer, hocaların tekbiri eşliğinde gelini yürüterek oğlan evine getirirler. Getirilirken çalgılar çalmaz, dualar okunur. Gelin oğlan evi önüne geldiğinde üzerine burada da paralar atılır, dua edilir, hazırlanan kurban kesilir. Gelin ayağını kana basarak eve girer. Gelin kapıdan girerken damat tüfek atar. Ve çalgılar çalmaya başlar. Damadın babası, amcaları, dayısı, yakınları zorda olsa oynatılır. Gelin eve girdikten sonra köyün gençleri seğmene çıkarlar. 50-60 delikanlı hepsinin elinde birer tüfek delikanlıbaşı 100 m arayla bayrağı sallar. Bayrağın sallandığı yere  gelen delikanlı tüfeği oraya doğrultup, atar. En az 100-150 atış yapılarak meydan yerine gelinir. Damat ortaya dikilir, dürüler açılmaya başlar. Dürü; basma, kap-kaçak, para, altın, tepsi, ibrik, sahan, tencere, çaydanlık olabilir. Köyün muhtar ve heyeti dürülerden çıkan kıvırdım kaplarını ve takıları iki nüsha yazıp imzalar, birini geline diğerini de kaynanaya verir.

Güvey Salma:Yatsı namazına damat camiye gider. Çıkışta hocalar tekbirle eve getirirler. Evin önünde dua edilir. Damat hocaların elini öper eve girer. Evin merdivenlerini çıkarken bir yakını tüfek atar. Oradakilere şerbet ikram edilir.

Nikah:İmam nikahı gerdek öncesi evde kıyılır. Camiden gelen damat yukarı çıkarken, iki kadın da gelini gerdek odasının kapısının eşiğinin önüne çıkartılır. Damatla gelin hemen orada yan yana durdurulur. İmam nikahı kıyılır. Ayak basma olayı burada olur. Nikah kıyılınca gelini iki kadın içeri alır. Damat peşlerinden girmeden, gerdek odasının kapısına gerilen ipi belindeki bıçakla keser, bıçağı tavana saplar, kapı eşiğine konan içi su dolu taşı ayağı ile devirir ve içeri girer. Odada iki seccade serilidir. Birinin başına gelin namaza durdurulur. Damat girince içerdeki iki kadın –Allah’ın emrini yerine getirdik-deyip dışarı çıkarlar. Gelinle damat iki rekat namaz kılarlar. Namaz bittiğinde damat gelinin duvağını açar, gelin damadın elini öper, damatta geline ya altı takar ya da para verir. Kız evinden iki kadın kapıyı bekler. Herkes dağılınca kadınlar kapıyı tıklatıp bir ihtiyaçları  olup olmadığını sorar. Zifaftan sonra çarşaf kapıda bekleyen kadınlara verilir. Onlarda çarşafı oğlanın anasına verirler.

Akşamdan hazırlanıp gelin odasına bırakılan iki sofradan biri gelinle damat için diğeri de delikanlılar içindir. Köyün gençlerinden 3-5 delikanlı gece 2 veya 3’te düğün evinin önüne gelip kaval çalıp, türkü söylerler.

 

Şafak söktü Sunam uyanmaz

Çağırırım Sunam sesim duymaz

Uyan Sunam uyan derin uykudan

 

Mani söylenirken damat sessizce tepsiyi delikanlılara verir. Bahşiş verdiği de olur.

Sabah ezanından önce çalgılar gelinle damadı uyarmaya gelirler. Damat kalkıp namaza gider, gelin de kaynanası ve birkaç genç kadınla yakın akrabalara el öpmeye çıkar. Giderken ev dokuması peşkir, göynek gibi hediyeler götürülür. Duvaka gelirken alınan hediyeler giyilir, böylece herkes ne geldiğini görmüş olur.

Sonra duvak başlar. Gelin bir sandığın üstüne oturur. Çarşafı duvara asılır. Gelen kadınlar göz ucuyla çarşafı kontrol eder. Evin önünde gençler bir fasıl oynarlar.

Varma – Gelme Kişilik:Cuma günü akşamı oğlan evi yakın akrabalarına bu akşam kişiliğimiz var buyurun gelin diye haber salar. Toplanan 15-20 kişi kız evine gider. Damat evin gerisine dikilir, konuşmaz. Kayınpederi damada konuşması için söyletmelik (tarla, bahçe sığır, davar) verir. Damatta orada bulunanların elini öper, yeme içme yapılır. Cumartesi akşamı da oğlan evi kız evine gider. Ve düğün biter.

İLÇEDE DÜĞÜN

İlçe merkezinde de düğünler hemen hemen köylerde olduğu gibi başlar ve sona erer. Köylerdekinden farklı yaşanan bazı gelenek ve görenekler şunlardır.

Koç gönderme: Nişanlılık dönemi Kurban Bayramı’na dek gelirse, ilçe merkezinde ve Çayırhan tarafında, oğlan evi kız tarafına bir koç süsleyerek bayram akşamı gönderir.

Gelin hamamı:Perşembe günü gelin çıkacaksa Çarşamba, Pazar çıkacaksa Cumartesi günü gelin hamamına gidilir.

Damat tıraşı:Güvey gelin alma günü sabahı arkadaşlarıyla birlikte davulcular eşliğinde berbere gelip tıraş olur. Tıraştan gelince doğruca hamama gidilir. Yıkanan damat düğün elbiselerini giyer ve baba evine döner. Gelinin gelmesini bekler. Son yıllarda ne gelin ne de damat hamama götürülmüyor. Bu adette kalkmak üzere.

Çeyiz asma: Perşembe günü gelin alınacaksa çeyiz Pazartesi günü asılır. Kızın sandıkta ne kadar eşyası varsa kız evinde bir odaya asılır. Çeyiz görmeye gelenler çeyiz altında tef çalıp, oynarlar, çay, kahve içerler. Çeyiz Çarşamba günü kınadan sonra toplanır.

Başlık parası :İlçemizde başlık parası verilmez-alınmaz, onun yerine, başlık parasının yanında sembolik diyebileceğimiz yüz görümlüğü verilir.

Kına gecesi:Gelin gününün gecesi damada yakılacak kınayı almak, geline yakılacak olan kınayı da götürmek üzere, eğlenmekte olan erkekler arasında gençler ayrılıp çalgılar eşliğinde kız evine giderler. Kız evi etrafında mumlar yanan içinde kuruyemiş ve kınanın olduğu tepsiyi gelenlere verir. Alınan tepsi oğlan evine getirilir. Kına, söylenen mani ile damadın serçe parmağına yakılır. Oğlan evinden gelen kına da kıza yakılır.

Kına yakılırken söylenen maniler
Kıza kına yakılırken
Söylenen maniden iki dörtlük:                 Damada kına yakılırken
Dağdan keserler ardıcı                             Söylenen iki dörtlük:
Hani bu kızın sağdıcı                                       “Kınası karılır tasta

Yarenim kınan kutlu olsun                Oğlan evi çok heveste

Bunda dirliğin datlı olsun                  Güveyi kınan kutlu olsun

                                                      Ev dirliğin datlı olsun

Dağdan keserler cevizi                    

Hani bu kızın çeyizi                                          Tuz kabını tuzsuz koyan

Yarenim kınan kutlu olsun                 Koca evi kızsız koyan

Bunda dirliğin datlı olsun                   Yaren kınan kutlu olsun

                                                       Evde dirliğin datlı olsun.”

 

 

DÜĞÜNLERDE ÇALIP OYNANAN OYUN HAVALARI

“Nallıhan, Ayaş, Beypazarı gibi ilçelerin müziği Ankara’nın diğer ilçelerin müziğinden farklıdır. Buralarda halay havalarına rastlanmaz. Bozlak tipi uzun hava da yoktur. Karşılamalar vardır. Meşeli türküsü aynı zamanda bir oyun havasıdır. Kadınların söylediği, tef eşliğinde okunan ezgilerde ritim çok güçlüdür. Bu yörede üç boğumlu dillikaval çalınmaktadır. Bu kavalın boyu 33+33+24=90 cm gelir. Erik ağacından yapılır.

         Çiçek dağı ve Meşeli kavuşturmaları, Zeybek, Cezayir, çeşitli koşmalar, karşılamalar, Nalkalım oyunları en yaygınlarıdır. Oyuncular halka olup diz çökmüş biçimde yürürler, sonra –Nalkalım yavrum nalkalım, hepimiz birden kalkalım- diye bağırılıp ayağa kalkılır ve oyun ayakta sürdürülür. Nallıhan’daki halaylar birisinin elinde mendille ortaya çıkmasıyla başlar, çevredekiler hemen bu kişinin ardına takılır.

         Ankara yöresinin en yaygın ezgileri şunlardır: Meşeler güvermiş, Misket, Meşeli, Hüdayda, Oyalı yazma, Su sızıyor, Karpuz kestim, Name gelin, Kalenin bedenleri, Zühtü, Yandım şeker, Bahçelerde iğde,Cezayir, Nalkalım..”

“Ankara yöresinin oyunlarını zeybekler ve düz oyunlar diye iki grupta ele alabiliriz. Ankara düz oyunları figür itibariyle, birbirine çok yaklaşıktır ve hepsi de ayak oyunları ile süslenmiştir. Ankara’nın popüler ve çok sevilen misketiyle düz oyunlarından bazıları.

  Misket:Ankara’da yıllarca önce yaşamış hakiki ve ölümsüz bir aşkı terennüm eder misket, yalnız Ankara sazında çalındığı ve söylendiği zaman güzeldir. İsmini aldığı genç kız kadar, güzel ve akıcı olan misket düz oyununa, ayak figürleri hakimdir. Üç ile dört kişi tarafından oynanır. Bu oyunda üç hareket esastır. 1. Duruş 2. Yürüyüş 3. Sekiştir. Efe yavuklusunun oyalı beyaz yazması arasında kızaran yanaklarını misket elmasına benzettiğinden ona bu güzel ismi vermiş. (Misket elması Ankara’da yetişen küçük fakat çok kırmızı olan bir elmanın adıdır.)

Hüdayda:Ankara’nın en eski ve tarihi oyunudur. İsmini yıllarca öncesinin Ankara’sında yaşamış, güzel, güzel olduğu kadar da işveli, şuh bir dilber olan bahtsız Fatma’nın hikayesinden almıştır. Hüdayda, Ankara’nın çok sevilen bir oyunu olup, adeta milli oyunu haline gelmiştir.  Bu itibarla Hüdayda denilince akla Ankara, Ankara denilince akla Hüdayda gelir. Hüdayda’da diğer oyunlarda olmayan kendisine has bazı hususiyetler vardır. Mesela Hüdayda iki kişiden fazla kimse ile oynanmaz. Evvela karşılıklı tatlı bir kasılma ile ağır ağır (kostak, kostak) gezinmeden sonra oyuna girilir. Sekerek yürürken yapılan ahenkli hareketler hem gözü doyurur, hem de gönülleri fetheder.

Yandım şeker:Düz yolların en hareketlisi, en kıvrak olanıdır. Yürüme ve sekiş figürleri, kolların ahenkli hareketi de eklenirse zevkli ve seyrine doyum olmayan bir oyundur. Sazla üç ila dört kişi tarafından oynanır.

Name gelin:Eski Ankara efeleri arasında çok sevilen ve daha ziyade yaşlı efelerin oynadığı Name gelin oyunu, sağ ayağın hep beraber yere vurulmasından meydana gelen ahenk oyuna, ayrı bir çeşni ve güzellik verir.

Ankara’da kadınlar düğünlerde, şerbetlerde, kına gecelerinde ve kendi aralarında tertip ettikleri ferfenelerde (sıra gezmesi)kendilerine has güldürücü, eğlendirici oyunlar tertip ederler. Çalgı aletleri sadece def ve kaşıktır. Oyunlarını söyledikle türkü ve manilerle süsleyerek eğlenirler.”

Beydili yöresinin oyunları:”Eskişehir tarafında yer alan Tekirler, Kuzucular, Yenice, Çamalan, ve Beydili’nde Sarılım, Narin, Allım Yeşillim, ve Meşeli oyunları oynanır. Bu oyunlar kadın oyunlarıdır. Oyunların türküleri tef eşliğinde söylenir.

 

SARILIM                                                  NARİN

Sarılım sarılım sarı çiçek                            Aman narin narin

Sarılım burdan geçecek                             Asker benim yarim

Sarılım bana söz verdi                               Askerlik iki sene

Akşama kınaya gelecek                             Ortak yapalım yarim

 

Camini kilimleri                                        Yarim kahve önünde

Portakal dilimleri                                      Çay bardağı elinde,

Nerde olsa belli olur                                  Ne yapsın benim yarim

Nallıhan  güzelleri                                     Abisi var önünde

 

MEŞELİ                                                    ALLIM YEŞİLLİM

Meşeli dallar meşeli                                   Aldım altın makası

Dibinde halı kilim döşeli                             Açtım gömlek yakası

Kül oldum ben bu aşka düşeli                    Bizim evden görünür

Olmalı yar güzel olmalı                              Sevdiğimin odası

Her güzel dengini bulmalı.                          Allım, yeşillim, Pembeli misin?  

                                                               Ben senle dalga geçtim,

                                                               Sen deli misin?”

 

ÖLÜM

Ölen kişinin gözleri kapatılır, çenesi çekilir ve bağlanır. Eğer mevsim kış ise ikindiden sonra ölenler bir sonraki gün gömülürler. Mevsim yaz ise, kokmaması için akşam karanlığına kadar, gömülebilir. Cenaze evinde gece evin ışıkları yanar, ölü şişmesin diye göbeğinin üzerine bıçak konur. Camide sela verilir. Seladan sonra ölenin kim olduğu anons edilir. Ölenin boyu bir iple ölçülüp, mezar kazıcılara verilir. Mezar kazıcıları ölen erkekse bel hizasına kadar, kadınsa göğüs hizasına kadar mezarı kazarlar.

Yıkama işlemi teneşir denilen tahtanın üzerinde olur. Kefeninin içine çörek otu serpilip, gülsuyu dökülür. Gül suyu yoksa gül kurusu serpilir. Tabutun üstüne halı ya da kilim atılır. Ölen kadınsa tabuta yazma örtülür. Camiye götürülürken tabutu sırayla herkes taşımaya çalışır. Tabut camide musalla taşının üstüne konur. Kılınan cenaze namazından sonra cenaze mezarlığa götürülür. Kadınlar ve çocuklar mezarlığa götürülmez. Cenaze iki yakını tarafından başı güneye, yüzü kıbleye dönük yerleştirilir, başının altına biraz toprak konulur, belindeki bez kuşak çözülür, taşit tahtalarının da yerleştirilmesinden sonra, üzeri çabucak toprakla örtülür. Herkes mezara toprak atmaya çalışır. Kürekle toprak atan kişiden bir başkası küreği almak istediğinde, toprak atanın koluna eliyle dokunur ve bırak işareti yapar. Kürek elden ele verilmez.toprak atan küreği yere bırakır, diğer kişi küreği yerden alır toprak atar, bu mezar toprakla örtülene kadar böyle devam eder.

Mezarlıktan dönüldüğünde sela verene, kazanda su ısıtana, su koyana, cenazeyi yıkayana ve mezar kazıcılara parayla birlikte havlu ya da çorap verilir. Akşam ölen kişinin üzerinden çıkanlar, ayakkabıları çorapları dahil hepsi bir fakire gönderilir. Kalan giysileri de bir hafta on gün içinde yıkanıp ütülenerek fakir fukaraya dağıtılır. Yedisinde gözleme yapılır, helvayla dağıtılır, kırkında mevlit okutulur, hısım akraba ve hocalara yemek verilir.

 

NAMAZ AKŞAMLARI

Köylerde kadir gecesi, beraat gecesi ve bayram arifesi akşamları her evden camiye tepsiyle yemek gider, akşam namazından sonra yenir. İlçe merkezinde de namaz akşamları yapılan gözleme dağıtılır.

 

DİNİ BAYRAMLAR

İlçede dini bayramlara iki üç  gün kala her evde baklava yapmak için yufkalar açılır. Genelde baklavanın içine ceviz konur. Tepsiler çarşıdaki fırınlarda kızarttırılır. Mahalle içindeki köy tipi fırınlarda da çörek pişirilir.çörekler cevizli, susamlı, soğanlı, kıymalı ya da peynirli olabilir. Her birinin tadı başka güzeldir. Arife günü her evde bir tencerede yaprak sarması sarılır. Bir tencere de hoşaf piştiğinde, artık konukları ağırlamak hiçte zor değildir. Geriye ne kaldı ki, çorba, pilav, bir de mevsim yemeği. Bir de kurban bayramı ise et ve et yemeklerini de düşünün.

Kurban bayramında koyundan daha çok keçi hayvanı kurban olarak kesilir. Erkeç, keçi, çepiş, hakına, kazan gibi isimler alan tiftik keçi hayvanının eti çok lezzetlidir. Eğer yenilen et bir de genç hayvan eti ise koyun etinden ayırmak zordur. Keçilerin orman bölgesindeki meralarda otlamaları, temiz hava almaları ve güzel su içmeleri etlerinin leziz olmalarını sağlar. Yenilen etin hazmı kolaydır, rahatsız etmez, ishal yapmaz.

Ramazan aylarında hali vakti yerinde olanlar oruç açtırırlar. Oruç açmaya; komşular ve akrabalar ile fakir-fukara kişiler davet edilir. Ramazan ayında ilçe merkezinde ve bazı köylerinde oruç tutmaya kalkacak kişiler için davul çalınır. İlçe merkezinde iftar vakti geldiğinde her camiden ezan okunur, su deposundan top atılır, caminin şerefesindeki ışıklar yanar. Kurban bayramında, kurbanlık hayvana arife günü akşamı kına sürülür. Sabah su verilir. Kurbanı yatırıp kesen kişi kestirenden vekalet alır. Bunu üç kere aynı soruyu sorarak yapar. Keseyim mi? Diye üç kez sorar. Kesene para verilir. Kurbanın sağ tarafından çıkartılan yedi pay fakirlere dağıtılır. Kalanı hısım akraba ile yenir. Bayram günü eve gelene mutlaka sofra kurulup,  yemek yedirilir.

Köylerde bayram öncesi evler silinip süpürülür, yemekler hazırlanır. Bayramda köylerin sokakları güzel giyimli gençler ve çocuklarla dolar. Köylerde dini bayramlarda bayram namazından çıkıldığında, en yaşlılar başta olmak üzere orta yaşlılar, gençler ve çocuklar yaş sırasına göre dizilirler, çocukların başlattığı el öpme işi yaşlılarda biter. Böylece camiye gelip bayram namazı kılan herkes bayramlaşmış olur, dargınlar varsa barışırlar. İlçe merkezinde bu tür bir bayramlaşma görülmez. Komşularla birde hısım ve akrabalar arasında bayramlaş olur.

Hıdırellez ve Hacet Bayramları: İlçenin bazı köyleri belli noktalarda toplanarak bu bayramları kutlarlar. Örneğin; Sarıçalı’da yapılan Hıdırellez Bayramı kutlamalarına çevredeki 7-8 köy halkı katılır.ilçenin merkezinden de gidenler olur. Oğlak ve kuzular kesilir, pişen pilav yenir, oyunlar oynanır. Çukurca yaylasında da Hacet Bayramı kutlanır.

 

ASKER GÖNDERME

Köylerde askere gidecek genci, gitmesine bir hafta kala her gece bir akrabası yemeğe alır. Gideceği günün sabahı köyün alt başında köylüler toplanır. İmamın duasından sonra  genç sırayla el öper, uğurlayanlar para verirler. Askerden geldiğinde de geçmiş olsuna evine gidilir. İlçe merkezinde de askere gidecek gençler akrabaları tarafından yemeğe alınır. Otobüsün yanında davul zurna çalınarak gönderirler.

 

KÖY ODASI VE KÖYDE MİSAFİR

1960’lardan önce ulaşımın zor ve pahalı olduğu yıllarda köye gelen yabancılar köy odasında konaklardı. O yıllarda köy odasında misafir eksik olmazdı. Bu misafirler; tahsildar, postacı, sıhhiyeci, ormancı, kalaycı, çerçici, canbaz, çömlekçi ve pazara giden veya dönen pazarcıydı. Misafire sofra gider, hayvanına da arpa ve saman verilirdi. Siniyle köy odasına giden yemekler soğumasın diye kapaklı bakır sahanlar kullanılırdı. Kalaycı son baharda köye gelir, hemen hemen bütün köyün kaplarını kalaylardı.

Köy odası aynı zamanda, bilhassa kış aylarında köy erkeklerinin toplanıp sohbet ettikleri eğlence düzenledikleri yerdir. Yaşlılar köşeye gençler kapıya doğru otururlardı.  Daha çok askerlik anıları ve av hikayeleri anlatılırdı. Ulaşımın kolaylaşması ve kahvelerin açılmasıyla köy odası anılarda kaldı. 1950’den sonra birçok köyde kahveler açıldı. Eskiden odada toplanan gençler  kahvede toplanmaya başladılar. Son yıllarda ise köylerde genç nüfusun azalmasıyla kahvelerde kapanmaya başladı.

Köyde; muhtar, heyet, korucu, kahya, imam ve sığır çobanı tüm köyü ilgilendiren insanlardı. Kahyanın görevi köy odasını temizlemek, gelen konukları doyurmak, onlarla ilgilenmekti. Konukları doyurmak için evlerden sırayla tepsi(yemek) alınırdı.

Muhtar, korucu, kahya, imam ve sığır çobanı ücretlerini yıllık olarak anlaşıp alırlardı. Para, salma yapılarak toplanırdı. Bunu yaparken her hanedeki nüfus göz önüne alınırdı. Bu gün tüm köylerdeki muhtar ve imamlar devletten aylık almaktadır. Köylere yatılı misafir gelmediği için çoğu köylerde kahya yoktur. Bazı köylerde artık sığır çobanı da tutulmamakta. Öküzü ve eşeği olmayan köylü bir ineği için sığır çobanı(sığırtmaç) tutmuyor.

 

ULUSAL BAYRAMLAR

1960 öncesi ulusal bayramlarda ilçe merkezindeki gösterileri, o yıllarda ilçedeki tek orta dereceli  okul olan Nallıhan Orta Okulu ve Merkez Sakarya İlkokulu öğrencileri sunardı. Bayram gösterileri de çok güzel olurdu. Ulusal Bayramlarda Cumhuriyet Alanının girişindeki cadde üstüne tak kurulurdu. Yine cadde üstüne asılan bez afişlerde Atatürk’ün güzel sözleri yer alırdı. Öğrenciler yürüyüş kolunda Dağbaşı, Eskişehir ve Onuncu Yıl Marşını söylerken herkes çok duygulanırdı. Günümüzde de; artan okul, öğretmen, öğrenci sayılarıyla halkın geniş katılımıyla, bayramların yine coşkuyla kutlanıyor olması insana ayrı bir mutluluk verir.

 

YAKIN GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE

1944-1945 yıllarında yapılan Halkevi, açık olduğu dönemde her türlü toplantıya ve kültürel faaliyete açıkmış. Günün gençleri gazete ve kitap okur, sohbet eder, kimileride müzikle uğraşıp enstürman çalarmış. Sinema salonu olmayan ilçede tiyatro, gezici operet, konser gibi etkinlikler halkevi salonunda gerçekleştirilirmiş. 1950’de devrim iktidarı tarafından ülke genelinde Halkevleri kapatılınca Nallıhan’daki de kapatılır. Yapı, 1952’de açılan ortaokula verilir.1972’den itibaren lise kullanmaya başlar. Lisenin taşınmasıyla da  günümüzde işlevsiz durmaktadır.

1960 yılında Hamam Sokak’ta bugün Güngörler İş Hanı’nın olduğu yerde ilçeye ilk kez bir sinema salonu yapılmıştı. 1970’li yılların ortasına kadar bu filmler bu sinemada gösterilirdi. Çöpçü İsmail akşam üstleri, gösterilen filmin afişini bağrına açarak mahalle aralarında dolaşırdı. Herkesin ayçiçeği çıtladığı sobalı sinema salonunda filmin kahramanı finalde alkışlanırdı. TV yayınının başlaması ve yayın saatlerinin artmasıyla sinema salonu yok olup gitti. Eski salon yıkılmadan yapılan yenisinde sanırım çok az film gösterilebildi. Yeni salon, günümüzde toplantı ve düğünlerde kullanılmaktadır.

1953’den önce ilçede elektrik yoktu. Geceleri petrol ve lüks lambalarıyla aydınlanılırdı. Ankara’dan dönerken otobüs Ayaş’ta durduğunda testiler alınırdı. Yaz günlerinin sıcağında soğuk su gereksinimi çoğunlukla Ayaş testisi ile giderilirdi. Kimileri de Sobran köyü ustalarının çam kütüğünden yaptıkları bardaklarla ya da Aksu Köyü ustalarının yaptığı tahta fıçılarla soğuk su ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı. Akşamdan doldurulan testi, bardak ya da fıçı gecenin serinliğinde merdiven başına konur, sabahta gölgeye alınarak üzeri üzeri ıslak bezle örtülür, gün boyu içilirdi. İlçe merkezindeki bu soğutucular köylerde de kullanılırdı. Bugün, ne Ayaş’ta otobüs durduğunda testi alan kaldı, ne de köylerde bardak ve fıçı ustaları, hepsi de buzdolabına yani teknolojiye yenik düştüler.

1953 yılında ilçe merkezinde mazotla çalışan jeneratör, yalnız geceleri elektrik veriyordu, bu 1957 yılına dek sürdü. 1957’de jeneratörle tam gün enerji verilmeye başlandı. 1964 ise Sarıyar Barajı’ndan enerji alındı.

Elektrik enerjisinin olmadığı yada sadece geceleri verildiği yıllarda Sobran Köylüleri, köyün yaslandığı dağın kuzey yamaçlarındaki kuytularda beklettikleri karları, sıcak yaz günleri çuvala koyup eşeklere yükleyerek ilçeye getirip satarlardı.

Dondurmacı,  dondurma fıçısının etrafını karla sıkıştırarak dondurmasını soğuturdu. Kar kümesi içindeki dondurma fıçısını taşıyan arabasını kol gücüyle gezdirirken, - dondurma kaymaaak- diye bağırarak tek çeşitten oluşan dondurmasını satardı. Gazozcu Mehmet’in yaptığı gazozları çocuklar çarşı içinde satarken, teneke içine koydukları karla soğuturlardı. O yıllarda bugünkü boyalı içecekleri hiçbiri yoktu. Kocahan’ın kemerinin altında karla soğutulmuş sudan içenler yaz sıcağında biraz olsun hararetlerini giderirlerdi.

1940’lı yıllardan önce, yaz mevsiminin çok sıcak günlerinde hali vakti yerinde olanlar sıcaktan ve sivrisinekten kaçmak için Bağlıca, Sobran , Sarıkaya gibi yüksek ve serin köylere 10-15 günlüğüne gider, akraba yanında ya da  köy yakınına kurduklar çadırlarda kalırlarmış. Yer seçiminde daha çok Bağlıca’nın Bozarmut mevkii tercih edilirmiş.

1935’lere kadar köylü ısınmak için ocakta odun yakmış. Aydınlanmak için de çıra ve gaz lambası kullanmış. Soba kullanmaya 1935’lerden sonra geçmiş. Köylerde 1950’den önce radyo ve gramofon ancak köyün zenginlerinde bulunurmuş. Radyodan daha çok ajans(haber bülteni) ve türküler dinlenirmiş.günümüzde çarşının belirli yerlerine konan haporlörlerle yapılan duyuruları, 1960’tan önceki yıllarda Tellal Mehmet Çavuş yapardı. Tellal Mehmet Çavuş aynı zamanda iyi bir kadayıf ustasıydı. Bilhassa Ramazanlarda işi iyi olmalıydı. Bugün ilçede kadayıf yapan yok. Nalbant ve kalaycı da yok. Semerci tekte olsa var, fakat çırağı yok, o da bir gün diğerleri gibi iş yapamaz duruma gelince kayıplara karışacak.

1950’ye kadar kara sabanla ekim yapılırdı. 1950’den sonra pulluk kullanılmaya başlandı. Ağaların öküzü de, eşeği de cesur olurdu. 1965’lere kadar arpaların tamamı ve zayıf buğdaylar kavranırdı(eldeki orakla biçim). Buğdaylar ise tırpanla biçilirdi. Köyde hasada (arpa, buğday biçimine) birlikte başlanır, sap toplamak için araba birlikte koşulur, arpa, buğday ve çeltik biçiminde gubaşık (yardımlaşma) yapılırdı. Harman yerinde seç gözerleneceği zaman yere serilen yaygının üzerine bereketli olsun diye mayıs(tezek), toprak parçası ve bir küçük taş konurdu. Kalbur ve yarımla seç’e ağzı açık konmaz, kapalı konur ve üzerine buğday taneleri atılırdı. Harman kaldırıldığında –Allah tekrarını göstersin- diye dua edilirdi. Köyde ölçü olarak kullanılan dönüm 1000 metrekarenin karşılığıdır. Harman yerinde buğday ölçmede kullanılan ölçü yarımdır, bu da 16 kg’dir.

1960’lı yıllarda Hasanoğlu Köy Enstitüsünde okuyan Nallıhan köy çocuklarının yarıyıl tatiline gelişlerinde ortaokul salonunda sundukları müzik  ve halk oyunu gösterileri ilçe halkı tarafından ilgiyle ve zevkle seyredilirdi.

1960’lı yıllarda Ömerşeyhler köylüleri pazara getirdikleri domates, biber, patlıcan çimlerini(fidelerini) ve bir dal parçasına dizilmiş kiraz çubuklarını Kocahan’da satarlardı.1970’den önceki yıllarda ilçede şimdiki gibi çok kahve yoktu. İki tane büyük kahve vardı.biri Cayırtların Sefa Kahvesi, diğeri Bursalıların kahvesi idi. Şimdi Ziraat Bankası olan yerde mülkiyeti o zamanlar Erenlere ait olan Bursalıların Kahvesinin geniş bahçesinde yaz günleri  oturmak güzel oludu. Ayakkabı boyacısı Hamdi’nin işleri doğal olarak kış günleri daha da iyi olmalıydı. Boyacı Hamdi’yi herkes tanırdı. Onu Cayırtların Kahvesinde veya Bursalıların Kahvesinde kazandığı parayla çoğu zaman kumar oynarken görürdük. Anlattığına göre babası Yağcı Eşref zengin biriymiş, fakat o sıfırı tüketen biriydi,boyacılık yapıyordu. O günlerden bu günlere çarşıda eski diyebileceğimiz bir Sefa Oteli ve Kıraathanesi kaldı. Nasuhpaşa Camisine yakın olan Kör Hüsnü’nün Hanı da yıkıldı, yerine iş hanı dikildi. Uzun yıllar, 1970’e kadar tek camisi olan ilçeye son yirmi altı yılda 9 cami yapıldı. Çarşı denilince Nallıhan çarşısının iki güzel insanı Şaban ve Veysel’i burada anmadan geçmek olmaz sanırım. Çarşıda herkes bu ikiliyi tanırdı. Şaban kimseden para istemez, Veysel ise yüz bulduklarından para, para olmazsa filtreli sigara isterdi. Şaban sıcak yaz günlerinde bağırıp çağırmağa başladığında, meydanda çınarın dibindeki çeşmede kafası yıkanarak sakinleştirilirdi.

2000 yılında kurulan, İlhan Çetinkaya’nın Mütevelli Heyeti Başkanı olduğu ilçe Kültür ve Sanat Vakfı ilçemizde kültür ve sanat alnında çalışmalar yapmaktadır. Vakıf Atatürk Meydanı’na Atatürk Anıtı yaptırmıştır. Yardıma gereksinim duyan başarılı öğrencilere burs vermektedir. Vakfa ait restore edilen tarihi evde kütüphane ve kültür evi faaliyetleri başlamıştır.

Kemal Oğuzman, Gülnihal Bozkurt, Hüsnü Kılmaz, Halis Başarır, M. Naci Karaağaç, akademik çalışmalarıyla profesörlüğe yükselmiştir. Akademisyen Ali Akgün ise elektronik tıp alanında kanseri erken teşhis etmeye yönelik çalışmalar yapmaktadır.

Hemşerilerimiz;Ramiz Eren’le kardeşi Orhan  Eren, İbrahim Öztürk ve Bilal Güngör ilçemiz seçmeninin oylarıyla parlamentoda görev yapmışlardır.

Çayırhan’da Hasan Değirmencioğlu Ağustos 2000’de Cumhuriyet Döneminde Nallıhan’da paşalığa yükselen ilk kişi olmuştur.      

Tekke Köyü’nden yetişen işadamı Mehmet Oğuzman İstanbul’dan sonra Bozöyük’te de bir fabrika kurmuştur.

 

KIŞ HAZIRLIKLARI

Hemen hemen her Nallıhanlı aile ilkbaharda bağ yaprakları kartlaşmadan kışa hazırlık olmak üzere bir bidon yaprak bastırır(salamura yapar). İlçe merkezi ve köylerde her evde, yaz ayları ve sonbaharda kış hazırlıkları yapılır. Evin kadını güz aylarında tarhanasını, salçasını, keşini, nişastasını yapar, turşusunu kurar,bulgurunu kaynatır, makarnasını keser. Makarna keserken bir iki komşuyla yardımlaşır. Yaz ve sonbahar günlerinin meyve bolluğunda kışın içeceği hoşafın gakını yarıp kurutur.

Son yıllarda çoğu aile kışa hazırlık olsun diye yaz sonu konserve kurmaktadır. Bu görenek yaygınlaşmadan önce yani 1980’li yıllardan önce, sebzeler yaz aylarında ve sonbaharda kurutulurdu. Patlıcan ya dilimlenerek ya da dolma yapmak için içi oyularak ipe dizilir, kurumaya bırakılır. Yine sivri biber, dolma biberi, fasulye ve bamya ipe  dizilerek kurutulur. Zerdali, erik, armut, ayva, elma gibi meyvelerden gak yararak kış için hoşaflık kurutulur. Erik ve zerdalinin ayrıca pestili yapılır. Domates ortasından ikiye bölünerek tahta üzerinde kurutulur, kışın ıslatılarak yemeklere konur. Yine 1980’li yıllardan önce su boylarında kurulu köylerin pek çoğunda sonbaharda büyük baş hayvan besleyip kesme alışkanlığı vardır. Eylül ayının sonlarına doğru bağlar bozulur, pekmezler kaynatılır, cevizli sucuklar, patlıcanlı pekmezler yapılırdı.

Pekmez yapımı:Çiğnenen üzümlerden çıkan sular kazana konur konmaz pekmez toprağı atılarak karıştırılıp kaynatılır.kaynayan kazan ateşten indirilir, içindeki şıra soğumaya bırakılır. Soğuyan şıra başka bir kazana bırakılarak tekrar kaynatılır, koyulaştığında indirilir, pekmez olmuştur. Ocaktan inen pekmez su kabağından yapılan kevgirle savrulduğunda köpük oluşur. Bu köpüğü yemek güzeldir çocuklar bunu yemeye bayılır.

Ayvalı pekmez(nerdek): İkinci kez kayna maya konan şıranın içine doğranan ayvalar ilave edilerek biraz daha kaynatılır. Az koyulaştığında indirilir.

Patlıcanlı pekmez: patlıcanlar kabukları soyulmadan silindir kesilir ve kireç kaymağına yatırılır ya üzerine sönmemiş kireç serpilir. Bir iki saat bekledikten sonra iyice yıkanır ve ikinci aşama kaynatılan üzüm suyuna katılarak biraz daha kaynatılıp  ateşten alınır. Soğuduğunda küpe konur.

Cevizli Sucuk:Pekmez yapımında elde edilen ikinci aşama üzüm suyu kaynarken içine un ve nişasta atılarak biraz daha kaynatılır. Koyulaştığında ateşten alınır. Elde edilen sıcak bulamaca, taze cevizlerden ipe dizilen bağlar batırılır ve sarığa asılır.

Köylü kendi yaptığı üzüm sirkesiyle turşusunu kurar. Çeyrek yüzyıl önce turşu şimdiki gibi plastik bidonlara kurulmaz, küplere kurulurdu. Pekmez küplere konur, peynir fıçılarda dururdu. Bağ yaprağı iyice temizlenen gazyağı tenekesinde, kavurma da kavurma sandığında  kilerdeki yerini alırdı. Yoğurdun üstü alındığında o da kilere konurdu. Buzdolabının olmadığı o yıllar, kiler adeta soğuk hava deposu gibidir.

Evde kullanılan kaplarda, yemeklere göre isim alırdı. Örneğin; çorba sahanı, pilav sahanı, hoşaf tası, yağ tavası, et tavası gibi. Yine; et, yoğurt,hoşaf için ayrı ayrı çömlekler kullanılırdı. Süt sağılan bakraç, yemek taşınan stil, pekmez kazanı, çamaşır kazanı kullanılan diğer kap-kaçaklardır.

Nişasta, Tarhana ve Keş yapımı

Nişasta : Ağustos ayında nişasta kurulur. Su dolu bir kaba buğday doldurulur. İki hafta içinde suyu bir iki kez değiştirilir. 14. gününde üstünün suyu süzülür(dökülür). Tekneye alınır, çiğnenir, üste çıkan kavuzlar (kabuklar)atılır. Geriye kalan kısmı başka kaba alınır. Kapta dinlenip durulduğunda süzülür, keseye alınır, çakıl taşlarının üzerine yatırılır, kazanda üstüne kapatılır. Sabah kesenin içindeki nişasta, dama serilen yaygı üzerine çıkarılır. Kurudukça elle ufalama işlemi sürdürülür. Kokusu gitsin diye yedi gün damda yaygı arasında kurutulur. Kuruyan nişasta elekle elenip torbaya alınır.

Tarhana:Önce tarhana yapımında kullanılacak yoğurt ekşitilir. Bir tarafta da domates, biber soğan ve naneler doğranır, karıştırılır ve üç gün bekletilerek salamura edilir. Ekşitilen yoğurt ve elde edilen salamura karıştırılır, içine un ve maya atılarak karılır, üstü kapatılır yine üç gece bekletilir. Sabah erken yaygı(örtü) üstüne ufalanarak dökülür. Alışan ve kuruyan tarhana öğleden sonra elekten geçirilip eve getirilir, tadı günde gitmesin diye evin içinde gölgede kurutulur.

Keş:Keş yaz aylarında torba yoğurdu ayranından yapılır. Torbadan çıkartılan yoğurdun yağı alınır, ayranı  torbaya konur 1-2 gün süzdürüldükten sonra tepsiye çıkartılır. Üzerine tuz serpilip yoğrulur. Tuzla yoğrulduğunda sulandığı için tekrar keseye konur. 1-2 gün yine kesede süzülüp sertleşmesi beklenir. Sonra çarşaf üzerine dökülür, ufalanır.güneşte sararmasın diye gölgede kurutulur. Kuruyan keş elenir.keseye konup kaldırılır.keş makarna üzerine serpilir, üzerine kızarmış tereyağı dökülür.

 

YEMEKLER

1950’den önceki yıllarda sabahları kahvaltıda tarhana çorbası içilirdi. Yanında üzüm pekmezi ve ısıtılıp üzerine tere yağ sürülmüş bazlama bulunurdu. Günümüzde tarhana çorbası yerine peynir, zeytin, çay, pekmezin yerini de reçel aldı. O yıllar, yemekler bakır sahanlarda ve yer sofrasında yenirdi. Herkes aynı kaba kaşık sallardı. Çatalın daha pek kullanılmadığı yıllardı, ağaç kaşık kullanılırdı. Günümüzde ne kalaylı bakır sahanlar ne de ağaç kaşıklar kaldı. Düğünlerde oyunculara vermek için bile ağaç kaşık zor bulunmaktadır.

Kış mevsimi kilerde hoşaf eksik olmazdı. Her biri ayrı güzellikte olan ayva, armut, elma, erik, zerdali hoşafları yapılırdı. Günümüzde çocuklar kompostoyla büyüdüklerinden hoşafı pek sevmiyorlar.

İlçemiz mutfağında sık görülen, bir kısmı ilçemize özgü diyebileceğimiz bazı çorba, yemek tarifleri:

Tarhana çorbası:Yağ, kıyma ve salça kavrulur. Varsa salça yerine olgun domates ve biber doğranıp konur. Tarhana ya ayrı bir kapta soğuk su ile ezilir tenceredeki karışıma konur yada karışımın üzerine konur soğuk su ilave edilerek çırpılır. Kaynayana kadar karıştırılır, bir iki taşım sonra indirilir. Tarhana çorbası yaparken bazen içine önceden kıyma konmaz, pişirmeye yakın, kavurma yada kavrulmuş ciğer kavurma konur, üstüne de kızarmış tereyağı dökülür.

Bulgu çorbası:Suda haşlanmış bulgurun soğuması beklenir, soğuduğunda suyu süzülmez, içine torba yoğurdu ezilerek karıştırılır. Nane ve tuz konur. Taze kelle soğanla yenir. Daha çok sıcak yaz günleri yapılan bir çorbadır.

Mantı çorbası:Suda haşlanan makarnanın soğuması beklenir. Soğuduğunda suyu süzülmez, içine sarımsaklı yoğurt, nane ve tuz konup karıştırılır.sıcak yaz günleri soğuk olarak, kış mevsimi ise sıcak olarak yenir. Sıcak yenilecekse üzerine kızartılmış yağ dökülür.

Toygar çorbası:Su, yoğurt,  yumurta ve nane tencerede karıştırılıp pişirilir, üstüne tereyağı dökülür.

Çökel: Bir et yemeğidir. Kemikli et çömlekte odun ateşiyle pişirilir.

Kafa:Koyun ya da keçi kafası ve ayakları, ateşte kızdırılan maşalarla ütülür, yıkanır, içine sarımsak atılarak çömlekte pişirilir.bunun tüm özelliği derisinin yüzülmeyip ütülmesidir.

Oturtma:Oğlak eti iri parçalar halinde toprak güvece konur. Tuz, karabiber, birkaç diş sarımsak ve biraz su konup kapağı kapatılır. Çok yavaş ateşte ya da küllü kömür üzerinde iki saat kadar ağır ağır pişirilir.

Gorçan: Koyun ya da keçi kesildiğinde etin sinirsiz yerinden parçalar alınır. Bu parçalar 15-20 cm uzunluğunda parmak kalınlığında dilimlenir. Telin arasına konan gorçanlar tuzlanır odun kömürü ateşinde pişmek üzere mantızın üzerine konur.

Sarım:Küçük baş hayvan etinden yapılır. Parmak uzunluğunda 1 cm kalınlığında 3-4 parça halinde düzensiz bağlantılı olarak kesilen ince uzun et parçaları kömür ateşi üzerine atılarak pişirilir. Etler öğürsek denilen sopayla ters çevrilir, pişenler yine bu sopayla ateş üzerinden alınır.

Kapama Pilav: bir kış yemeğidir. Gerekli malzeme; kıyma, yağ, soğan, pirinç, tuz, su. İki tane iribaş soğan çentiklenerek yayvan bir tencereye konur. Yağla kavrulan soğanlar iyice sararmaya başlamadan, normal yemeğe konan kıymanın iki katı kıyma konarak kavrulur. Ilık tuzlu suda bekletilen pirinç harcın üzerine yayılır. Birebir ölçüde sıcak su tencerenin kenarından çorba kaşığı ile perdelenerek konur. Tuz ilave edilir ve ağzı kapatılır. Yaklaşık 10-15 dakika kısık ateşte pişirilir. 10-15 dakika dinlendikten sonra tencerenin kapağı alınır, yerine kadayıf tepsisi konur, tencere ters çevrilir ve alınır. Tabaklara servis yapılmadan orta yerden yenmesi tavsiye yenmesi olunur. Turşu ve hoşafla yenmesi güzeldir.

Börülceli bulgur pilavı:Bir su bardağı börülce yıkanıp haşlanır bir başka tencerede soğan, kıyma ve salça yağla kavrulur. Haşlanan börülce süzülmeden suyuyla birlikte tencereye konur. İçine iki bardak yıkanmış bulgur ilave edilir, tuzu alınır, kapağı kapatılır. Kısık ateşte pişirilir. Suyunu çekmeden biraz diri olarak ateşten alınarak suluca yenir.

Domatesli pirinç pilavı:Soğan, yağ, ve kıyma kavrulur. Kabuğu soyulup doğranan olgun bir domates ilave edilir. Yıkanmış pirinç, sıcak su ve tuz konup kısık ateşte pişirilir. Pirinçler piştiğinde sulu vaziyette iken ocaktan alınır, hemen servis yapılır. Kış mevsiminde taze olgun domates yerine, yazdan kurutulan domates kurusu konur. Domates kurusu tencereye konmadan önce yarım saat ılık suda bekletilir.

Çıklı pilav(Karışık pilav): Yağ, soğan, kıyma karışımına bir ölçü pirinç bir ölçü bulgur katılarak pişirilir.

Deneli patates(patates yemeği):Hemen hemen her yemeğin demirbaş malzemeleri olan yağ, soğan, kıyma ve salça karışımı hazır olduğunda doğranan patatesler tencereye konur. Patateslerin pişmesine yakın içine iki kaşık pirinç atılır. Dinlendiğinde servis yapılır. Biraz suluca olması gerekir.

Etsiz biber dolması: Yazın tazesiyle, kışın kurusuyla yapılır. Soğan, pirinç, nane, yağ, kekik kavruklanır. Hazırlanan içle biberler doldurulup pişirilir. Sarımsaklı yoğurtla yenir.

Yaprak sarma:bayramların ve düğünlerin demirbaş yemeğidir. Zeytinyağlısı ve etlisi(kıymalısı) yapılır. Yazın tazesiyle kışın salamura edilmişiyle, kalın değil ince sarılır.

Sulu patlıcan yemeği:Bir yaz yemeğidir. Taze patlıcandan yapılır. Dört porsiyon için üç tane patlıcan küp şeklinde doğranır. Soğan ve kıyma yağla tencerede kavrulurken üç dört tane  sivribiber üçer parçaya bölünerek içine atılır. Domatesler konur kavruklanır. Sonra tuzlu suda acısı alınan patlıcanlar konarak karıştırılır, tencerenin kapağı kapatılır, biraz sararması beklenir, az sıcak su ilave edilir, kısık ateşte 15 dakika pişirilir. Pişen yemek az dinlendiğinde servise hazırdır.

Sütlü kabak:Küçük uzun kara kabaklar küp şeklinde doğranır, bir su bardağı suyla tencerede kaynatılır. Kaynadığında içine iki su bardağı süt konarak yine kaynaması beklenir. Kaynadığında iki kaşık pirinç atılır. Piştiğinde suyunu çekmeden servis yapılır. Üzerine kara biber atılır.

Malak:tepsi içinde iki bardak unda hamur yoğrulur. Sol elin işaret ve baş parmağı arasından kestane büyüklüğünde çıkartılan hamur parçası sağ eldeki kaşıkla alınarak kaynayan tenceredeki suya atılır. Pişen parçalar süzgeçle alınarak tepsiye konulur, üzerine keş ve kızartılmış tereyağı dökülür.

Cimcik: Açılan hamur kesilir, elle fiyonk yapılır, malaktaki işlem sırası takip edilir.

Tahsildar yumurtası:Kaynar suya kırılan yumurta 10-15 saniye  sonra kevgirle alınır, sahana konur, üzerine kızartılmış tereyağı dökülür. Tuz ve karabiber serpilir. Bunun çılbırdan farkı sarımsaklı yoğurdu yoktur.

Höşmelim: Süt tencerede peynir mayasıyla mayalanır. Mayalandığında tencereden iki elle alınarak suyu biraz sıkılır ve kısık ateşteki yağ tavasına konur. Tavada yağ olmaz. Mayalı peynir tavada süte dönüşürken içine biraz un konur karıştırılır. Tavaya yayılır.İki tarafını iki tarafı da kızartılır. Kızartırken yağ kullanılmaz. Üzerine su da eritilmiş toz şeker dökülür. Bal ya da reçel dökülerek de yenir. Ilık ya da soğuk servis de yapılır.

Hamur kızartma:Yağ tavasında süt ve yumurta çırpılıp kaynatılır. İçine un ilave edilerek karıştırılıp pişirilir. Pişen hamur ortada toplanır. Aynı tavaya yağ konur, ortadaki hamur ezilerek kızartılır. Ters yüz edilerek diğer tarafı da kızartılır. Üzerine pekmez veya reçel dökülerek ılık ya da soğuk yenir.

Serale(Sarığa burma): Önce yufkalar açılır. İçine ceviz konan yufkalar tek tek yuvarlanarak, tepsinin ortasından dışına doğru yerleştirilir. Yağ dökülerek ateşte kızartılır. Sonra hazırlanan şeker şerbeti üzerine dökülür.

 

İNANÇ, İLAÇ, DUA ve ADAK YERLERİ

İnsanlar hastalandıklarında iyileşmek için bugünkü ilaç sanayii yokken de çevrelerinden elde ettikleri doğal maddelerden (sentetik olmayan)ilaç yapıp kullanmışlar. Bunlar fayda etmediğinde hocaya gidip okunmuşlar, muska takmışlar, tanrıya sığınıp dua etmişlerdir. Çoğu dinden kaynaklanan bir bölümü de dinsel kaynaklı olmayan pek çok boş inanç gündelik yaşamı etkilemiştir.

Doğum, sünnet, düğün, bayram, hastalık, ölüm gibi önemli olaylarla ilgili boş inançlar yaygındır. Din kurallarının baskısı köylere eğitim, sağlık, iletişim ulaşım gibi çağdaş hizmetlerin girmesiyle zamanla azalmış, Cumhuriyet Dönemi’nde iyice hafiflemiştir. Yöremizin folklor zenginlikleri içinde  düşünülmesi gereken, çoğu unutulup gitmiş ya da etkilerini yitirmiş bu inançların başlıcalarını aşağıda bulacaksınız. Anadolu folklorunda olduğu gibi ilçemizde de geniş bir yeri olan inanışlar, ilaçlar, dualar elbette bu yazılanlarla sınırlı değildir. İşte bunlardan bazıları:

 

HALK İNANIŞLARI

Anne çocuğunun üzerindeki gömleğin düğmesini dikerken çocuğun aklı dikilmesin diye ya ağzına kibrit çöpü verir ya da bir eliyle yakası tutulur.

Avuç kaşınırsa para gelecek demektir.

Ay başında ekim yapılmaz.( tarlaya tohum atılmaz)

Ayakta su içilmez.

Aynı gün doğum yapan kadınlar kırkları çıkmadan bir araya gelmez.kırkları çıkmadan iki akraba gelin görüşmek zorunda kalırlarsa bebeklerini kırk basmaması için yazmalarını değiştirirler, birbirlerinin ellerini öperler.

Bebeğin kırkı çıkmadan çatıya çıkılmaz.

Bebeğin kırkı çıkmadan değirmenden un getirilmez.

Ceviz ağacının altında yatılıp uyunmaz. (Uykusu ağır olur, baş ağrısı yapar).

Cuma ve Pazar akşamları soğan, sarımsak gibi şeyler yenmez.

Cuma namazı kılınmadan işe gidilmez.

Çarşamba günü tırnak kesilmez.

Çocuğu olmayan kadına değirmenin altından çıkan sudan içirilir.

Çok ağlayan bebeğin ağlaması azalsın diye, bebek üç yol ağzına yatırılır,yanından biraz uzaklaşılır.

Dolu yağışı dursun diye saçayağı, dolu yağışı altına yatırılır. Ekmek pişerken ilk pişen ekmek yenmez. (Yiyenin kadını ölür.)

Eli olan biri, sihili olan birini okursa iyileşeceğine inanılır.

Ezan okunurken iş, bırakılır iş yapılamaz.

Gece aynaya bakılmaz.

Gece bulaşık suyu dökülmez.

Gece ev süpürülmez.

Gece ıslık çalınmaz.(çalınırsa şeytanlar toplanır.)

Gece köpek uluması pek hayra yorulmaz.

Gece kül atılmaz.

Gece tırnak kesilmez(kesenin boyu kısa olur).

Gelinin ayağına damat basarsa damat kılıbık olur.

Geyik vurmak hoş karşılanmaz.

Giden yolcunun arkasından bir tas su dökülür.

Güvercin vurulmaz, eti yenmez.

Hıçkırık tuttuğunda biri anıyor olmalı diye düşünülür, hıçkırığın geçmesi için ateşe tuz atılır, sırta vurulur ya da su içirilir.

İki dini bayram arasında nikah kıyılmaz.

İnsanın sol kulağı çınlarsa kötü, sağ kulağı çınlarsa iyi haber beklenir.

Kadınlar erkeklerin bilhassa yaşlıların yolunu kesip geçmez.

Kapı eşiğinde oturulmaz(Oturan iftiraya uğrayabilir).

Kapıdan çıkarken önce sağ ayak atılır. Çorap ve ayakkabı giyerken de önce sağ ayaktan başlanır.

Keçiler kuyruğunu genelde dik tutar. Dik tutmayıp aşağıya indirirse çoban yağmurun yakın olduğunu anlar ve sürüsünü ağıla yaklaştırır.

Kış mevsiminde biri arkasını dönüp ısıtırsa, kar yağdıracağı düşünülerek kar yağdıracaksın  yeter artık ısındığın denir.

 

Kötü bir şey konuşulduğunda şeytan kuşağına kurşun denir.

Kuş yuvası bozulmaz. (Bozan kişinin yuvası bozulur)

Makas ve bıçak istenirse elden verilmez yere konur.

Sabun  isteyene sabun elin tersiyle verilir.

Sağ gözün seğirmesi iyiye yorumlanır.

Sol gözün seğirmesi kötüye yorumlanır.

Sofra başında türkü söylenmez.

Yakına konan karganın ve baykuşun da ötmesi hayra yorulmaz.

Yatan çocuğun üstünden atlanmaz(atlanırsa büyümesi durabilir.)

Yatırların çevresinden ağaç  kesilmez.

Yeni doğan bebeğin göbek bağı düştüğünde cami kavuğuna bırakılır.

 

HALK İLAÇLARI(Kocakarı İlaçları)

Anadolumuzun pek çok yöresinde olduğu gibi ilçemizde de hastalar doğal ilaçlarla iyileştirilmeye çalışılır.bu örneklerden bazıları:

Afyon:Afyon yutulursa karın ağrısına iyi gelir.

Anne sütü: Çocuğun kulağı ağrıdığında anne sütü damlatılırsa iyi gelir.

Arı sokması: Arı sokmasında soğuk demir sürtülür.

Arpacık: Arpacık çıktığında sarımsak sürülür.

Balık yağı:Büyüme bozukluğu olan çocuklara içirilir.

Bosça otu:üşütüp hasta olan büyük ve küçük baş hayvanın kulağı delinerek bosça otu sokulur.

Baş ağrısı:Baş ağrıdığında soğuk patates yada salatalık kesilir, alna konur, üzeri silinir veya sirkeli bez konur.

Çiğ süt:Akrep ve yılan sokmalarında çiğ süt içirilir.

Diş ağrısı: Ağrıyan yere tuz, kolonya, rakı ve ya aspirin konur. Ya da afyon yutturulur.

Dolama:soğanın tepesi kesilir, içi biraz oyulur, oyulan boşluğa biraz iç yağ konur, ocaktaki küle gömülür. Pişen soğan ikiye bölünür. Bez parçasının üzerine konur. Sıcak sıcak şiş olan parmağın yatarken kapatılıp sarılır. Sabah parmağın şişi ve acısı geçer.

Katran:Çıralı çamın yakılmasıyla elde edilir. Tarlada yada harman yerinde çalışmaktan dolayı çatlayan parmaklara sürülür. Hayvanlar içinde kullanılır. Yaz başı keçi sürüsü bayıra çıkarken kene olmasın diye keçilerin kuyruk altına sürülür.

Kına: El ve ayak çatlaklarını iyileştirmek için birde saç boyamak için kullanılır. Düğünlerde gelin ve damada kına yakılır. Kurbanlık hayvanlara sürülür.

Kepek: Kepekli saçlar sirkeli su ile yıkanır.

Kesikler:Kesik yaralara, yakılan bez parçası,sigara külü veya tütün basılır yada işenir.

Kırık: Yumurta ve rendelenen sabun iyice çırpılıp karıştırılır. Kırık yere sürülüp sarılır, tahtayla desteklenir. Kırık çıkık sarmada ziftte kullanılır.

Saçkıran:Önce deri çizilir, sonra sarımsak sürülür.

Solucan düşürmesi:Taze çiğ kabak çekirdeği aç karnına verilir.

Sülük:Pis kanı sever ve emer. Bilhassa çıbanlara karşı sülük kullanılır.. sülük yapıştığı yerden koparılmaz, kendiliğinden düşer.

Uçuk:Kaşığın sapı ısıtılarak uçuğun üzerine basılır.

Yanıklar: Yanıklara yoğurt sürülür.

Yumurta: Yeni doğan bebeğin ayak tabanında kızarıklıklar olursa, yağda pişmiş yumurta ayağa sarılır. Yeni doğan bebek annesinin memesini almazsa başına yağda pişmiş yumurta konur ve sarılır.

 

Kaynak : Mesut ŞENER (Nallıhan Kitabı)

Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.477332.6074
Euro34.596434.7351
Saat
Videolar